Dickens’la 10 bin adım

Edebiyatın en önemli isimlerinden Charles Dickens öykülerinde bize dönemin Londrası’nın kendi belleğinin izdüşümü olan yarı gerçek yarı düş bir haritasını da sunar. Bunun nedeni de yürüyerek kenti dolaşma alışkanlığı.

Elçin Poyrazlar

Londra’nın en sevdiğim yanlarından biri yürünebilir olması. Kentin kalbinin yayalar ve bisikletler için yeniden düzenlenmesiyle tazelenen yürüme isteğinden kaçamıyorum şu sıralar. Yazarların en önemli kaçışlarından biridir yürümek. Yazıda sıkışınca yola düşmek gerekir.

Latince “Solvitur Ambulando” yani “yürüdükçe çözülür” deyiminin Hıristiyan filozof ve tanrıbilimci Aziz Augustinus’a ait olduğu düşünülüyor. Ayaklar çalıştıkça kafa da çalıştığından mı yoksa hava değişiminden mi emin değilim. Yürüyüşün beden ve kafa sağlığına faydalarını bir tarafa koyuyorum. Bir kenti yürüyerek görmenin, yaşamı yavaşlatmanın, önümüzdeki ekranlardan koparak başka şeylere bakmanın mutluluğu daha çok ilgilendiriyor beni. İngiliz yazar Charles Dickens’ın yaptığı gibi...

Dickens yürüyüşleriyle ünlü bir yazar. Yalnız gece değil, gün içinde de pek çok yere yayan gidiyor. Londra 19. yüzyılın başlarında şimdiki kadar büyük bir kent değil. Bugün metroyla yirmi dakikada ulaşılan Camden Town, Chelsea, Greenwich ve Hampstead dönemin ilk banliyöleri.

İşlerinin dışında kafasını dağıtmak, kentte yaşayanları gözlemlemek ve yeni esinler aramak için geceleri yürüyor. Ve yürürken gördüğü yerler Dickens’ın eserlerinde yer alıyor. Bazen açık adres ve ismiyle, bazen yarı gerçek, yarı düşsel olarak.

Dickens’ın yapıtlarının iki yüzyıl sonra bile canlılığını koruması belki de onun gazeteciliğine ve yürüme tutkusuna bağlanabilir. Olağanüstü gözlem gücünü, ayrıntıcılığını, karakterlerinin keskinliğini (kimileri gerçek insanlara dayanır) ve öykülerin örgülerini bir haberci aceleciliğiyle harmanlıyor. Gerçeği, o andaki ruh halinin lensinden hayali bir evrene yansıtıyor.

DİCKENS’IN LONDRA’SI

Dickens yalnız o dönemin Londrası’nı değil, Birleşik Krallığı, aristokrasiyi, aşırı zenginliği, derin yoksulluğu ve toplumun en kırılgan kesimi çocukları, renklerini hâlâ canlı tutan o açıdan doğuruyor. Onu okurken yanında kentin batakhanelerinde, düşkünler evlerinde, bitmeyen davaların tozlu duruşma salonlarında, nehrin karanlık kıyılarında geziyor gibi hissetmenizin nedeni de bu. Dickens kenti avucunun içine almış, yeniden çizmiş, kendi düşlerinin yeni haritasını size sunmuş gibidir. Londra sokaklarında yürürken turistik binalardan, caddelerin parlak ışıklarından, eğlence mekânlarının cafcafından, şık restoranların önündeki kuyruklardan kaçma nedenim de bu.

Gölgelere saklanan öykülere duyduğum merak Dickens’ın yaşadığı, gezdiği, çalıştığı eski mahallelerin sokaklarında ufacık bir dükkân, önem verilmemiş bir kalıntı çıkarıverir karşıma. Gece geçmek istemeyeceğiniz pasajları, çamur renkli kanalları, rengarenk mavnaları, yüzlerce ayrı dili konuşan sakinleriyle o sokaklarda, kentin düşten yeniden çizilmeyi beklediğini hissederim.

GECENİN TANIĞI TİLKİLER

Unutmadan ekleyeyim, Londra’nın gece yürüyüşlerinin en güzel taraflarından biri de tilkilerdir. Umulmadık bir köşede karşınıza bir tanesi çıkıverir. Kalın yumuşak kuyruklarını kabartarak tehditkâr bir bakışla sizi süzen tilkiler gece yürüyüşlerinin sessiz tanıklarıdır. Dickens’ın Londra’daki ayak izleri tilki izlerine karışır. Huzursuz bir yazarın aradığı avuntunun başlangıcı olur bu.