CHP grubu devrim yasalarını görüşüyor (II)

Hilafetin kaldırılmasına karşı çıkanlar çeşitli önerilerle makamın varlığını sürdürmesi için çalıştılar.

Prof. Dr. Şaduman Halıcı

2 Mart 1924, neredeyse 100 yıl olmuş… O gün Halk Partisi grubu toplantısında Urfa milletvekili Şeyh Servet Efendi ve arkadaşlarının hilafetin kaldırılmasını öngören yasa önerisi görüşmeye açılır. Önce gerekçe okunur: “Türkiye Cumhuriyeti’nde hilafetin varlığı Türkiye’yi iç ve dış siyasette iki başlı olmaktan kurtaramamıştır...” Ardından maddeler okunur, 9. maddede yer bulan “padişahların mallarının millete geçtiği” dillendirilirken Süleyman Sırrı Bey (Yozgat) “Şimdiden kaçırırlar ha!” diye söze girer. Sonra lehte ve aleyhte konuşma yapmak isteyenler isimlerini yazdırır. Lehte konuşacaklar açıkça “lehinde” derler. Karşısında olanların yanıtı kaçamaktır. Örneğin Abdullah Azmi Bey (Eskişehir) “Kısmen lehinde kısmen aleyhinde konuşacağım” der. Musa Kazım Efendi (Konya), Ahmet Mahir Efendi (Kastamonu), Esat Efendi (Menteşe), Hazım Bey (Niğde), Hüseyin Hüsnü Efendi (Isparta) “hakkında” konuşacaklarını söylemekle yetinirler.

İlk sözü Ahmet Süreyya Bey (Karesi) alır. “Türk oğlu Türküm, Müslüman oğlu Müslüman’ım” dedikten sonra “Hanedan evlatlarının benden olmadıklarını, Türk ve Müslüman olmadıklarını zannediyorum… hanedan dediğimiz insanlar arasında daima milletin aleyhine ve zararına süreklene gelmiş kanlı ve elim bir macera vardır. Zararları altında kıvranan biz Türk ve Müslüman evlatları, şüphesiz bu hanedanın lehinde tek bir kelime söyleyemeyiz” der. Süreyya Bey hanedan üyelerinin o güne değin sınır dışı edilmediklerine hayıflanır. “Hanedan denilen kütle elbette 10 gün içinde değil, 10 saat, 10 saniye zarfında bu vatan haricine çıkmalıdır” der. Sözleri alkışlarla karşılanır. (397). 

İslamiyette hilafet olmadığına ancak “imamet ve emaret” bulunduğuna işaret eden Süreyya Bey, gruba bir soru da yöneltir. “Diyelim ki hilafet kaldırıldı, bu durumda Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan Müslüman halkın ‘emirülmümini’ yani İslami önderi var mıdır yok mudur?” Ardından grup üyelerinin imamın kim olacağı konusunda donanımlı isimlerce aydınlatmasını ister. İsteği önemlidir. Az sonra halife yanlılarının niyetlerini ortaya koymasını sağlayacaktır.

OYLAMA VE GÖRÜŞMELER

O sırada Feridun Fikri Bey, yasanın geneliyle ilgili tartışma yerine doğrudan maddelere geçilmesini önerir. Oturum başkanı İsmet Paşa oya sunar. Öneri kabul edilir. Böylece yasa önerisinin ilk maddesi görüşmeye açılır: “Madde 1- Hilafet mülgadır/kaldırılmıştır.”

Abdullah Azmi (Eskişehir) Bey söz alır. Hilafeti dinsel olduğu kadar yönetsel yetkisi olan bir makam olarak tanımlar. Osmanlı’nın yadigârı olarak değerlendirir. “Bu millet bugün bu emaneti omuzlarından silkip atamaz ve atmamalıdır” der. Salonda “Doğru” diyerek onu onaylayanlar da vardır. Konuşması Yahya Galip ile söz düellosuna döner. Abdullah Azmi Bey hilafetin Türkiye’den neden çıkarılmaması gerektiğini açıklarken İngiltere’nin hilafeti Şerif Hüseyin’e verme çabasına işaret edince Yahya Galip araya girer: “Güle güle kullansın.”

Abdullah Azmi Bey dünya Müslümanlarını kastederek Birinci Dünya Savaşı’ndan beri etrafımızda pervaneler gibi dönmelerinin hilafet sayesinde olduğunu söyleyiverince Yahya Galip’in yanıtı hazırdır: “Ülkenin dört bir yanında işgalci olarak boy gösteren Hint askerlerini gözünün önüne al. Halife adına Yemen’de 10 milyon Türk ölmüştür”. (400) 

Sonra Abdullah Azmi Bey halifenin “güçsüz” olduğuna işaret eder ve der ki “Zaten halife mahludur/düşmüştür, ayrıca mahlu demeye hacet yoktur. Kuvvet olmayan bir makamda zaten hilafet yoktur.” Özetle onun isteği hilafet makamı kaldırılmasın, “tevcih edilsin”dir. Der ki “Milletin bu hakkını omuzlarımızdan silkip atmayı ben uygun görmüyorum. Bunu tevcih etmek lazımdır. Bu tevcih ile milletimizi takviye edeceğiz.” Kime yönlendirileceğini yani verileceğini açıklamaz Abdullah Azmi Bey. Yalnız der ki “Bu emaneti onu şeran ve siyaseten bu emaneti taşıyabilecek olan mevkisine verelim.” Meclis sıralarından sorular yükselir o anda… “Mevki neresi?”, “Neresi orası?”…  Açıkgöz bir istektir Abdullah Azmi’ninki. İsim zikretmez ama kastettiği Mustafa Kemal Paşa’dır. Hilafeti Mustafa Kemal’e vererek kurtarma çabasındadır. 

Hüseyin Hüsnü Efendi (Isparta) yanıtlar sesleri: “Riyaseticumhur” deyip Cumhurbaşkanlığı makamını işaret ediverince Yahya Galip yine devreye girer: “Allah’ın kitabından büyük emanet olamaz.” Ama CHP grubunun gündemine halifenin cumhurbaşkanı olup olamayacağı konusu da giriverir.

Abdullah Azmi Bey söylemeyi sürdürür, yönlendirilecek makamı biraz daha açar: “Bu milleti kim temsil ediyorsa ona vermek gerekir.” İsim vermeme direncine karşı Halil Hulki Efendi (Siirt) sorar, “Ulemamızdan mı yoksa başkasından mı? Kime vereceğiz efendim?” Abdullah Azmi geçmişi karıştırıp ona kişisel bir suçlamayla yanıt vermeyi tercih eder ve kürsüden iner.

Sonra Mustafa Kazım Efendi (Konya) kürsüye gelir. Önce ilk TBMM’nin hilafet makamını İngiliz tutsaklığından kurtarma amacının ne kadar büyük bir amaç olduğunu vurgular. Ardından TBMM’nin saltanatı kaldırırken hilafete dokunmadığını, milletin manevi kişiliğinde bıraktığını böylece halifenin zaten düşmüş olduğunu anlatır. Yani Mustafa Kazım Efendi diyor ki halife zaten 1 Kasım 1922’den itibaren düşmüştür, o günden beri de bir görev yapmıyor. Bırakalım böyle kalsın. “Neden kalsın” sorusuna da yanıt verir: Ona göre hilafet makamı İslam dünyasında olduğu kadar memlekette de birlik sağlayasıymış. Birlik iddiasına pek çok milletvekili karşı çıkar. Düşüncesini İzzet Ulvi Bey (Karahisarısahip) özetler: “Şimdiye kadar fesada alem/bayrak olmuştur.”

CUMHURBAŞKANI HALİFE OLSUN!

Musa Kazım Efendi karşı çıkışları duymaz. Hilafetin yaşamını sürdürmesini sağlamak için Mustafa Kemal’i araç yapmayı sürdürür. Der ki “Hükümet, içişleri, dışişleri, dinişleriyle bu görevi yapabilir. Bu görevi yapmak için cumhurbaşkanına halife demekte ne sakınca görürsünüz?” Musa Kazım’a göre cumhurbaşkanı dört yılda bir nasıl değişiyorsa halife de değişmiş olacakmış.

Yahya Galip yine rol çalar: “O da onun gibi olur sonra” uyarısıyla Mustafa Kazım Bey ve arkadaşlarının savunusunda yatan tehlikeye işaret eder. Cumhurbaşkanlığı makamıyla hilafet makamı arasındaki farka işaret eder. 

O gün Cumhurbaşkanlığı makamının niteliğini, cumhurbaşkanının Türkiye’nin laik temeller üzerinde yükselme niyetini bir türlü kavrayamayanlar söyler durur. Cumhurbaşkanını halife ilan etmek isteyenlere karşı konuya açıklık getirmek üzere Adalet Bakanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Seyit Bey kürsüye gelir, konuşması bugüne de ışık tutacak niteliktedir...

Yüce kitabımız Kuranı kerimde halife ya da imam tabirleri var mıdır? Hilafetten maksat nedir? Yanıtlar için bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle… 

Kaynakça

Halk Partisi grup tartışmaları için bkz. Yücel Demirel-Osman Zeki Konur (Hazırlayan), CHP Grup Toplantısı Tutanakları (1923-1924), Bilgi Üniversitesi Yay, İstanbul, 2002, s. 393-403.