Cehalet + Şans = Başarı mı?

Ne kadar çok çalışıp kendinizi geliştirirseniz o kadar başarılı olacağınızı mı düşünüyorsunuz. Ne yazık ki yanılıyorsunuz. Durumun pek öyle olmadığı bilimsel olarak kanıtlandı bile...

Ömür Tanyel

Nobel ödülleriyle hemen hemen eşzamanlı dağıtılan Ig Nobelleri de geçen aylarda sahiplerini buldu. Ig Nobel Ödülü, 1991'den beri bilimsel araştırmalarda yer alan sıra dışı ama önemsiz sayılabilecek fikirleri ve buluşları ödüllendirmek için verilir.

Başında yer alan Ig sözcüğü de “ignoble” (Nobel olmayan) kelimesinden gelmektedir. Biraz eğlence ağırlıklı gözükse de gerçek anlamda yapılmış ve yayımlanmış çalışmalara verilmesi, üstelik ödül töreninde gerçek Nobel ödülü sahiplerinin yer alması değerini artırmaktadır.

Bu yıl ödüllendirilen çalışmaların da hepsi birbirinden ilginçti. Nobel ödülleri ile aynı alanlarda yapılan değerlendirmeler sonucunda kapı tokmağını çevirmek için parmakların en etkin kullanım şeklinden, yavru ördeklerin annelerinin ardında nasıl tek sıra halinde yüzdüklerine ait teori gibi ilginç araştırma sonuçları ödüllendirildi.

Ekonomi alanında da belki içinde bulunduğumuz coğrafya için şaşırtıcı olmayan bir konudaki çalışma ödüle layık görüldü: Başarının neden en yetenekli insanlara değil de en şanslı insanlara gittiğini matematiksel model ile ispatı...

YETENEK Mİ ŞANS MI?

Çalışma İtalya’dan Alessandro Pluchino, Alessio Emanuele Biondo ve Andrea Rapisarda tarafından 2018’de yayımlandı. Batı kültürlerinin baskın olarak kabul ettiği meritokratik (yönetim gücünün liyakata dayanması) uygulamalarda başarının yetenek, zekâ, beceriler, akıl, çaba, kararlılık, sıkı çalışma veya risk alma gibi kişisel niteliklere bağlı olduğuna inanılır. Şans ise tüm bunların yanında görülmek istenmeyen bir etkendir.

Çünkü bireysel başarılarda dış güçlerin etkisini göz ardı etmek genel kabul gören bir kavramdır. Bunun bir göstergesi de kişisel gelişim kitaplarındaki artış oranları. ABD'de bu alandaki kitaplarının satışı 2013'ten 2019'a, yıllık yüzde 11 artarak 18.6 milyon cilde, bu konuya ait yazılmış başlıklarda aynı dönemde neredeyse üç katına çıkarak 30 bin 897'den 85 bin 253’e ulaştı.

Araştırmacıların çıkış noktası ise zekâ düzeylerinin insanlar arasında çok fazla oynamadığı ve Gauss dağılımına (çan eğrisi) sahip olduğu ancak oluşan maddi zenginliğin aksine Pareto ilkesine (sonuçların yüzdee 80’ini, nedenlerin yüzde 20 si oluşturur) uyduğuna dayanmaktadır. Çalışmacılar gibi İtalyan bir ekonomist olan Vilfredo Pareto’nun adını verdiği bu ilkenin oluşumu ise onun tespit ettiği şekliyle İtalya'daki arazilerin yaklaşık yüzde 80'inin nüfusun yüzde 20'sine ait olmasıydı.

Yani bir yerlerde çok çalışma, yetenek, bilgi gibi meziyetlerin dışında da birşeyler olmalıydı ki başarı merdivenlerinin tepesine çıkılabilsin. Yapılan modellemede, sonuçta yaşamda başarılı olmak için bir dereceye kadar yeteneğin gerekli olduğu görüldü. Ancak en yetenekli insanların hiçbir zaman başarının en yüksek doruklarına ulaşamayacakları da belliydi. Şans faktörü burada başarıya ulaşmada kabul edilmesi gerekli bir unsur olarak ön plana çıkmaktaydı. Diğer etkenler göz ardı edilmese de, doğru zamanda doğru yerde olmanın önemi burada da ortaya konmuş oldu.

Bu, Pluchino ve Rapisarda’nın ilk ezber bozan çalışması değildi. 2010 yılında yaptıkları çalışmada da kuruluşların terfi sistemlerinde rastgele terfilere yer verirlerse daha verimli olacağını yine matematiksel olarak göstermiş ve ilk Ig Nobel ödüllerini almışlardı.

Şansın önemi bu çalışmayla ortaya çıkarken tabii ki bilgiyi yabana atmamak gerek. Çünkü bilgi sahibi olmadan ilgi sahibi olarak girişilen işlerde sonucun hüsran olacağı açıktır. Daha da düşündürücü olan yetersiz bilginin insanlarda yaratacağı cesarettir. Dilimize cahil cesareti olarak geçen bu durumda aslında bilimsel bir araştırmaya konu olmuş ve 2000 yılında Ig Nobel ödülüne layık görülmüştü. Onlara bu çalışmada esin kaynağı olan olaysa 1995 yılında ABD’de gerçekleşen banka soygunuydu.

LİMON SUYUYLA GÖRÜNMEZLİK!

McArthur Wheeler ve arkadaşı 6 Ocak 1995'te Pittsburgh’da peş peşe iki bankayı soydular. İlginç olansa tüm güvelik kameraları açık olduğu halde soyguncuların yüzlerini gizlemek için hiçbir önlem almamasıydı. Wheeler ve arkadaşı amacına ulaşmıştı ama kısa süre sonra polisin kameralardan elde ettiği görüntülerle, izleri bulundu. Polis tutuklamaya gittiğinde ise olayın en ilginç anı yaşandı.

Wheeler, kendisine görüntülerden tespit edildiği söylendiğinde şaşkınlıkla cevap verdi “yüzüme limon suyu sürmüştüm, bu nasıl olur”. Kâğıda limon suyuyla yazılan yazıların bir süre sonra görünmez olduğunu biliyordu ve aynı şeyi soygunda, yüzünde uygulamaya karar vermişti. Böylece kameralar karşısında görünmez olabilecekti. Olaydaki bilgi eksikliği ile karışık özgüveni gören David Dunning yüksek lisans öğrencisi olan Justin Kruger ile buradaki davranışı araştırmaya karar verdi.

Sonraki yıllarda Dunning-Kruger etkisi olarak bilinen kavram özellikle iş dünyasında sıkça tartışıldı. Çıkarım, kişilerin kendi bilgi birikimi, kişisel özelliklerini değerlendirirken olduğundan fazla görme eğiliminde olduğu ve bu nedenle bazen gereksiz özgüvenle hareket edilebileceği üzerineydi.

Bilimsel çalışmalarla ayna tutulan gerçekleri tabi ki yaşamın içindeki izleri ile görmek mümkün. Batı toplumlarında oyun olarak bilgi, yetenek ve tecrübeye dayalı satranç ön plandayken, diğer tarafta ağırlıklı olarak şans faktörünün yani zar atmanın önem kazandığı tavla oyununun popüler olduğu bilinmektedir. Dilimize, kişilere Dunnig-Kruger etkisine kendini kaptırmamaları için “ağır ol molla desinler” gibi bir öneri bile yıllar öncesinden geçmiştir.

Ancak yine de bu etkinin altında olanlarla değil, liyakatin ön planda olacağı bir sistemde yaşamak tercih edilecek bir durum. Şans faktörünü de tabi ki ihmal etmeyelim ama diğer kısımların eksiksiz olması şartıyla.

KAYNAKÇA

  1. Pluchino A. Advances in Complex SystemsVol. 21, No. 03n04, 1850014 (2018)

  2. Dunning D. Journal of Personality and Social Psychology 1(6):30-46

  3. Improbable.com/ig/2022-ceremony/