Camille Claudel ve daimon

Sanatsal yaratıcılık, deha, ikisinin uyumundan doğan mutluluk, uyumsuzluğundan yansıyan melankoli... Tüm bunlar ortaçağ ile birlikte günahla eşleşmiş, kadının yaratıcılığına gem vurulmasıyla sonlanmış sayısız yaşamöyküsüne konu olmuş. Camille Claudel’inki de bunlardan biri.

Ayşe Acar

Fransız heykeltıraş Camille Claudel’in hüzünlü öyküsü duyan herkesi derinden etkiler. Henüz çocuk yaşta heykel yapmaya başlayan Claudel, Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne kadınların alınmadığı bir tarih diliminde, 1800’lerde yaşamıştır. Gençlik yıllarında kadınlardan oluşan bir atölyede çalışırken kendisi gibi heykeltıraş olan Auguste Rodin’le tanışmış ve Rodin’e âşık olmuştur. Yaşadığı aşk, aralarında geçen gerilimli ilişki Camille’i hem büyük bir sanatçı yapmış hem de derin bir yalnızlığa itmiştir.

Anlaşılamamamın verdiği acıyla yaşadığı sinir krizleri yüzünden ailesi tarafından akıl sağlığı yerinde olmadığı gerekçesiyle akıl hastanesine kapatılmış ve orada tam 30 yıl tek başına bırakılmıştır. Annesi ve kız kardeşi Camille’i hiç ziyaret etmezken şair ve diplomat erkek kardeşi Paul, birkaç yılda bir onu ziyaret etmiş ve doktorunun isterlerse Camille’i akıl hastanesinden çıkarabileceklerini söylemelerine karşın bunu yapmamıştır.

Camille, Paul’a yazdığı mektuplarda şöyle diyor: “Odada hiçbir şey yok, ne bir pufla yorgan ne bir temizlik tası, hiçbir şey, çirkin bir oturak, çoğunlukla çentik içinde, çirkin bir demir yatak, insan gece boyunca tir tir titriyor (ben ki demir yataklardan nefret ederim). Evimde olup kapımı sıkı sıkı kapamak isterdim. Bu düşü gerçekleştirebilecek miyim, bilmiyorum, evimde olmak… Sürgündeki kız kardeşin, C.”

SOKRATES’İN HALLERİ

Claudel’i daha iyi anlayabilmek için Sokrates’in “daimon” dediği şeyden biraz söz edebiliriz. “İçimde bir daimon var” diyor Sokrates. Daimon ona ne yapması gerektiğini söyleyen doğaüstü bir güç. Doğaüstü dediğimizde zorunluluğa tabi olmayan, otonom, özgür bir güçten söz ediliyor. Bu kavrama rahatlıkla “deha” diyebiliriz. Deha sahibi bir filozof olan Sokrates sıra dışı bir insandır, sıradan insanların dışarıdan seyrettiğinde rahatlıkla deli diyebileceği biridir. Manik halleri, bazen kendi içine kapanması, zaman zaman kibirli davranışları, insanlara huzursuzluk vermesi… Tüm bunlar antik Yunan’da büyük rahatsızlık yaratmış ve Sokrates’in öldürülmesine neden olmuştur.

Camille Claudel de daimon sahibidir, sanat dehası tarafından ele geçirilmiş bir insandır. Konuyu daha iyi anlayabilmek için belki “eudaimon” kelimesine de bakmalı. Eudaimon, “daimon’u ile uyumlu” demek. Aristoteles daha sonra bu kavrama “mutluluk” diyecek ve kavram büyük bir anlam kaybına uğrayacak.

MUTLULUK, MELANKOLİ VE GÜNAH

Eudaimon, daimon’u ile uyumlu, dehası ile uyumlu... Bir kişi diyelim ki deha sahibi ama bir gün dehasıyla uyumunu yitirdi, ne olur? Antik Yunan’a göre melankoli açığa çıkar. Daimon’un sizi terk ettiğini, yalnız bıraktığını düşündüğünüzde melankoliye girersiniz.

Melankoli pek çok filozof ve sanatçıda görülen bir durum. Bu kavram ortaçağda karşımıza “akedia” olarak çıkar. Akedia, Hıristiyanlıkta yedi büyük, yedi ölümcül günahtan biridir. Daimon’un Hıristiyanlıkta zamanla “demon”a, yani “şeytan” kelimesine dönüştürüldüğünü de unutmamak gerekir.

Camile Claudel, deha oluş ve dehaya özgü belirtilerin delilik hatta günah kabul edildiği bir tarih diliminde yaşamıştır. Melankoli, onu ele geçiren sanat dehasının bir yansımasıdır.

Yaşadığı çağda kadın kavramının son derece sığ anlaşıldığının da altını çizmeliyiz. Hem bir dehasınız hem de kadın. Derin bir yalnızlık olsa gerek. Baştan aşağı yalnızlık, başka bir şey değil.

“Duygusuz yavan insanlar./Bu benim ruhum en kutsal varlığım.../Bunlar çalışma saatleri. /Ruhumun yandığı saatler./Siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım…” C.