Çağ ve paradigma değişiyor; toplumsal kontrat çöküyor

Ayşegül İldeniz ilham veren liderlerden... İzmir’den Silikon Vadisi’ne uzanan küresel yolcuğu İntel Yeni Teknolojiler Eski Dünya Başkan Yardımcılığına kadar yükselmişti. Şimdi TÜSİAD Silikon Vadisi Network Başkanı. Teknolojinin hızı ile yaşam döngüsü arasındaki çizgiyi konuştuk.

Özlem Yüzak

Ayşegül İldeniz küresel teknoloji liderlerinden biri. Sıradışı bir kadın. Başarılı, zeki, azimli, coşkulu... Tüm bu özellikleri onu hayat basamaklarında en üstlere, İntel’in Global Teknolojilerden sorumlu dünya başkan yardımcılığına kadar taşıdı. Yıllarca Silikon Vadisi’nde çalıştı. Fast Company tarafından 2015 yılında dünyanın en yaratıcı 100 kişisinden biri seçildi.

Yüzlerce ülke gezdi, bağlantılar kurdu, binlerce kişilik ekipleri yönetti. Sonra kendi deyimi ile bir mola verdi. İyi ki verdi de karşımıza kendi yaşam öyküsünü yazdığı bu biyografi kitabı çıktı: “Ayşegül bizi ışınla”. Kitap da kendi gibi sıradışı, samimi. Küresel yöneticiliğe giden yolların köşe taşlarından, gençler için çıkarılacak onlarca derslere kadar...

Mola verdi dedik ama Ayşegül boş durur mu? Bir yandan da Zorlu Holding, Vestel, Pegasus gibi şirketlerin bağımsız yönetim kurulu üyeliği görevlerini yürütüyor.

“Çocukken evimize sadece Cumhuriyet gazetesi girerdi, çocuk yaşta çok şey öğrendim” dediği gazete binasına geldi ve hem kitabı hem de teknoloji dünyası hakkında hoş bir söyleşi gerçekleştirdik.

* Silikon Vadisi’nde herhangi bir fikir şöyle başlar: 8 milyar insanın hayatını nasıl değiştirebilirim? Bu fikirler öyle noktaya geldi ki yapay zeka, robotik ve yeni teknolojiler tüm yaşamları dönüştürmenin de ötesine geçti. Teknolojinin hızı ile yaşam döngüsü arasındaki çizgiyi nasıl değerlendiriyorsun? Tabii bir de yasal çerçevelerin bu hıza uyak uydurmakta zorlanması var. Kısacası nereye koşuyor insanlık?

Bireysel ve toplumsal yaşamlar çok hızlı değişiyor. Teknoloji bize yeni ve çeşitli olanaklar sunmayı geçti artık etrafımızda bir kültür oluşturmaya başladı. İnsanlığın yarattığı inovasyon yüz binlerce yılda yavaş yavaş giderken bu hızlanma eğrisi son 20-30 yılda inanılmaz bir sıçrama ile ilerlemeye başladı. Tabii yasa yapıcılık kesinlikle yakalayamıyor bu hızı. Tüm dünyada böyle, bunu bırak teknolojinin nasıl çalıştığına nasıl etkilediğine dair fikirleri bile yok ve bu tüm dünyada geçerli. Amerikan senatosu, parlamentosu da aynı. Avrupa da öyle. Yeni teknolojilerin uzmanı olan insan sayısı da az ve onlar bu tarz işleri tercih etmiyorlar. Toplumsal kontratı kurmaya eskiden insanların daha çok zamanı vardı. Şimdi ona vakit yok, tartışma dahi yok. Teknoloji önümüze çıkıyor, ona uyum sağlamaya çalışıyoruz. Benim gibi ömrünü teknolojiye adamış Silikon Vadisi’nde olayların göbeğinde olan birinin “Çok hızlı gidiyoruz” diye şikayet etmesi inanılmaz bir şey, ama öyle.

* Sen yalnız değilsin. Deepmind’In kurucularından Mustafa Süleyman da yeni çıkan “Yaklaşan Dalga” kitabında bu teknoloji dalgasının büyük bir bolluk yaratacağını ama öbür yandan da küresel düzenin temeli olan ulus devleti nasıl tehdit edeceğini anlatıyor. Peki ne yapmalıyız?

Durup düşünmemiz gerektiğini söyledik biz. Üretici yapay zeka ortaya çıktığı zaman o moratoryumu öneren insanların içinde ben de vardım.

- Akademik dünyada üretken yapay zekanın insanlığın etik değerlerine uyumu ile ilgili çalışmaların sıçrama yapması gerektiğini,

- Devletlerin içinde mükemmeliyet merkezi tarzı birimler kurularak, teknolojiyi anlayan, üzerinde çalışan, halkın bütününü temsil edecek yapıların oluşturulması gerektiğini hararetle savundum, hâlâ da savunuyorum.

Ama “hadi yavaşlatalım” konusu üzerinde hiç kimse durmadı, durmayı bırak yarış o kadar hızlı sürdü ki...

Şöyle bir örnek vereyim: 2023 yılında 125 milyar dolar sadece veri altyapısına harcandı. Neden? Çünkü yapay zekayı o veri altyapısı konuşturacak. Tarihte bugüne kadar hiçbir şeye bu kadar para yatırılmamıştır.

Şu anda dünyanın en büyük 4-5 teknoloji şirketi arasındaki yarış koptu gidiyor diyebilirim. Ve insanlığın etik değerleri ile olan uyuma ve güvenlik sorunu yaratabilecek problemlere karşı bir odak yok.

Sonuçta bir tarafa inanılmaz enerji ve para harcanırken diğer tarafa kaynak çok az. Bu çok endişe verici.

Bu yüzden Avrupalıların yakın zamanda geçirdiği “yapay zekanın-kullanımına dair çerçeve” yasa çok kapsayıcı. Hem şirketleri regüle edici hem kullanıcıların çerçevesini belirlemeye yönelik iyi bir adım. Örneğin devletlerin vatandaşların özel bilgileri ile onları izleme olasılığına izin vermemesi. Ama ABD’de yasa yapıcı hep sonradan gelir, önce kapitalizm ruhuyla şirketler istediklerini yapar 3-5 yıl kırar dökerler sonra yasa yapıcı “Bir dakika” der, “Biz koyalım kuralları...”

ABD de bir takım kurallar getirdi tabii. Ama onlarınki çok daha esnek çünkü Çin ile rekabet var. Çin kural gözetmeksizin koşuyor, çok büyük sıçramalar yapıyor.

* Hızla tekno sömürgeciliğe doğru yöneliyor dünya diyebilir miyiz? Eski sömürgeciliğin aksine tekno-sömürgeciliğin derdi toprak ele geçirmek değil tabii; günlük hayatımızın ve ekonomilerin temelini oluşturan teknolojilerin kontrolünü elde etmek. Ne dersiniz?

Üretici yapay zeka özellikle çok kritik. Bugünkü üretici yapay zeka çalışmaları için iki şey gerekiyor: Birisi işlem gücü. İkincisi veri.

İşlem gücü çok büyük paralar gerektiren bir şey. Milyarlarca dolar. Bulut ve veri merkezleri gerekiyor. Veri ise yıllardır bu işin içindeki Google, Apple, Amazon gibi teknoloji şirketlerinde olan bir şey. Ya da sağlık bilgilerinden tutun tüm bilgilerimize sahip olan devletlerde var.

İçinde olduğumuz bu dönem çok değişik. Nesnelerin internetinde veri de işlem gücü de çok önemli değildi. Ama üretken yapay zeka da çok önemli. Veriye hakim olan ve işlem gücü yüksek olanlar öne çıkıyor. Buradaki tehlike şu: Algoritmalar çok sofistike olduğu müddetçe, o algoritma sadece birkaç şirkette olabilir. Ve tabii birkaç devlette. Yani en ekstrem durumda ABD ve Çin ve birkaç da ABD ve Çinli şirket... Bizlerin her gün giriş yaptığımız ve kullandığımız teknolojinin sahibi onlar olacaklar.

Bu ne demek?

Bu şu demek:

1- Bizim verilerimize daha çok sahip olup kullanabilirler.

2- Bunu çok pahalıya satabilirler.

Çok pahalıya satarlarsa, araştırma ya da ürün geliştirme aşamasındaki diğer ülkeler yararlanamayabilirler. İki kutuplu dünya meydana gelebilir.

Biraz geriye gidelim. 15-20 yıl önce dijital uçurum ilk ortaya çıktığı zaman internet penetrasyonu AB ve ABD gibi ülkelerde yüzde 50 iken biz ve bizim gibi ülkelerde yüzde 5’lerdeydi. Tabii sonra yakaladık ama aradan geçen 15-20 yıl büyük zaman dilimleri ve o arada öndeki ülkeler çok daha farklı teknolojileri yaşama geçirdiler.

Yeni teknolojiler ve üretken yapay zeka insanlığın ve gezegenin refahı için kullanılabilir ve kullanılmalı da. Eğitim için devrimsel şeyler yapmak mümkün. Örneğin yapay zeka bireylerin öğrenme stilini ve mantığını kavrayabilir; geri kaldığı bazı alanlarda arayı kapatabilir. Öğrenme modelini değiştirebilir, öğretmene destek olabilir, yani sınava değil desteğe dayalı bir eğitim olabilir. Sağlık hizmetlerini en ücra noktalara götürebilmek hızlı teşhis vs.

Teknoloji bunun yerine sadece parası yetenlere sunulur ya da baskı aracı olarak kullanılırsa, uçurum çok daha açılır.

ZOR PROBLEMLERİ ÇÖZMEYİ SEVİYORUM

* Kitabında ‘Başarı sözcüğü vasatlıkla eşdeğer benim için’ diyorsunuz. Sizin için başarının tanımı ne peki?

İki kriterim var. Daha önce yapmadığım, yapılmamış, düşlediğim, sıradan olmayan bir şey yapmak. Çıtayı yüksek tutunca yerinizden o kadar yüksek sıçramak zorunda kalıyorsunuz, ne kadar sıçrarsanız etrafınızda sizin kadar iddialı, yaratıcı insanlarla birlikte olmayı gerektiriyor. Takımın gücüne inana biriyim. Onlarla birlikte kendimi daha yükseklere taşımayı istiyorum

İkinci tanım akşam başını yatağa koyduğunda bütün vicdani kıstaslara uyması gerekiyor. Başkalarını kırıp dökerek elde edilen başarı başarı değil benim için.

İş dünyasında hiç anlamadığım bir şey var, “Çok çalışayım, başarılı olayım, sonunda bir Ege kasabasına taşınmak istiyorum.” Bu o kadar bozuk bir denklem geliyor ki bana anlayamıyorum. Ben işimi sonunda başka bir şey yapmak ya da olmak için yapmıyorum. İşimi çok seviyorum, sevdiğim için yapıyorum. Çünkü zor problemler çözmeyi seviyorum. Kendimden daha zeki daha başarılı iddialı insanlarla birlikte çözmeyi seviyorum. O beni heyecanlandırıyor.

Başarının temelinde her zaman çok çalışma ve disiplin yatar. Yetenekli, zeki, yaratıcı çok insan ve çok şirket vardır. Ama onu bir ürüne, bir katma değere ya da fark yaratan bir hizmete çevirebilen az insan ve az şirket var. Bu ikisi arasındaki fark da “disiplin, planlama, stratejik düşünme ve çalışma.”

* Düzeni sorgulamak ve genç olmak... Yine kitaptan... Neler dersiniz?

Genç olmak yaş ile alakalı değil, nasıl hissettiğinle alakalı. Genç olmak demek, olanı sorgulayan demek. Düzeni, kendini, düşüncelerini, karşındaki insanı, yaptığın işi sorgulayacaksın, “Nasıl daha iyi yapabilirim” diye. Değiştirme isteği, gençlik demek benim için. Bu istediği yaşadıkları ve yaşayacakları başarısızlıklara karşın sürdürmeleri lazım. Tabii ben de yaşadım bir sürü başarısızlık, durmadan duvara çarptım. Erkesi sabah kalkıyorum koşmaya devam ediyorum...

* Ve kadınlara mesajlar... Kadınların iyi yapamadıkları şeyleri sıralamak boynumuzun borcu. Çünkü “Konuşulmadıkça düzelmeyecek bunlar” diyorsunuz ve İntel Global’de en yönetim kurulunda  “Bir yıl konuşmadım sonra konuşmaya karar verdim...” diye hoş bir örnek veriyorsunuz.

Biz kadınların bence iki temel sorunu var. Biri kendine güven, diğeri de bize empoze edilen rol meselesi. İkisi bir arada var, belki de ikinci birinciye neden oluyor. Konuşmanın aslında “güç demek” olduğunu sonradan anlıyoruz biz kadınlar. Geride durmanın daha iyi olduğunu düşünüyoruz. Durduk yerde özür dilemek gibi çok kötü bir huyumuz var. Her konuda kendimiz suçlamak gibi daha da kötü bir huyumuz var. Onun için bu kendine güven meselesini “Ben yapabilirim” duygusu ile başlayarak elde etmek çok önemli.

Bir örnek vereyim. Intel’in Global  Yönetim Kurulu’na yeni girmişim, herkes erkek ve hepsi konuşuyor sürekli bir fikir ileri sürüyor. Bir yıl konuşmadım. Gözlemledim. Bir yıl sonra konuşmaya başladım ve bir daha susmadım.