Büyülü fenerin buğulu kadınları

1974-80 yılları arasında Türk sinemasına hâkim olan seks furyası şu günlerde Erşan Kuneri dizisi ile tekrar gündeme geldi. Kuneri, seks filmleriyle özdeşleşmişken, kariyerini yeniden inşa etmeye çalışan bir yönetmendi. Peki, dönemin kadın oyuncuları? Çoğunun ikinci bir şansı bile olmadı.

Simay Gözener

Henüz televizyonların evlerin baş köşesine kurulmadığı; umudun, aşkın, arzuların, hüznün, hayal kırıklıklarının beyazperdeden kalplere yansıdığı yıllardı. Günler öncesinden sokaklarda yankılanmaya başlardı kahkahadan kırıp geçiren ya da gözleri yaşartan filmlerin hikâyeleri. Bilet kuyruğuna girmeden hazır edilirdi mendiller. Konu komşu, çoluk çocuk tekrar tekrar gidilen filmler en büyük eğlencesiydi her kesimden insanın, ta ki 70’li yılların ortalarına kadar. 

O keskin bakışlı jönlerin; “masum”, güzel kadınların afişlerinin hemen yanı başına asılan erotik film afişleri Yeşilçam ile sadık izleyicisi arasına giriverdi. Hiç yaşanmamışçasına unutulmaya çalışılan, yok sayılan; kimine göre “araya ‘parça’ giren” kimine göre de “karanlık” denilen yıllar şu günlerde Cem Yılmaz’ın yazıp yönettiği sekiz bölümlük “Erşan Kuneri” adlı dizisiyle yeniden gün yüzüne çıktı.

Dizi, eski seks filmleri yönetmeni Erşan Kuneri’nin 1981 yılında hapisten çıktıktan sonra Yeşilçam’daki arkadaşlarının “seks olsun” ısrarlarının aksine, sinema kariyerine farklı yön vermeye karar verip, farklı türlerde filmler çekmesinin hikâyesini anlatıyor. Pek çok yapımcı, yönetmen, oyuncu, hatta set işçisi gibi dönemin üzerine sünger çeken Kuneri’nin derdi yeni türler denemek ve biraz da para kazanmak. Kuneri’nin hikâyesinin yanı sıra her bölümde sektörün sorunlarına da değinen ve özellikle sinema camiasının büyük eleştirilerine maruz kalan diziyle, döneme hâkim olanların hafızasını tazelemek, konuya uzak olup merak edenlere de bilgi vermek amacıyla “Türk Erotik Sineması”nın kapılarını usul usul aralıyoruz. 

Altmışlı yılların sonlarına doğru artık televizyon pek çok eve girmiş, ileriki yıllarda “aptal kutusu” olarak nitelendirilecek olan bu teknolojiden henüz nasiplenemeyenler ise yolu komşularının kapısını çalmakta bulmuştu. Üniversitelerde boykot haberleri, taranan kahvehaneler, sokağa çıkma yasakları derken halk kamusal alana yabancılaşmıştı. Buna bir de Yeşilçam’ın klişeleşen ve birbirini tekrar eden filmleri eklenince sinema sektörü için sancılı dönem başladı. Avrupalı sinemacılar için özgürlük rüzgârının estiği 70’lerden etkilenen Türk sinemacılar sektörü canlandırmanın yolunu İtalyan tarzı seks komedisinde buldular. 

Salon sahiplerinin, yapımcıların, yönetmenlerin avuçlarını ovuşturdukları bu dönemde tiyatro kökenli olan Aydemir Akbaş, Hadi Çaman, Sermet Serdengeçti, Ali Poyrazoğlu, Bülent Kayabaş gibi erkek oyunculara büyük paralar teklif ediliyordu. Hatta Gazanfer Özcan, Rüştü Asyalı gibi güçlü karakter oyuncular bile yaşadıkları ekonomik güçlükler nedeniyle bu tür filmlerde rol aldı. 

PEKİ, YA KADINLAR?

Her dönem olduğu gibi o dönemde de kadının kurdu yine hemcinsleriydi. Arkasında güçlü yapımcı erkeklerin olduğu “dört yapraklı yonca”, yıldızı parlayan diğer kadın oyuncuların önünü kesiyor, her geçen gün Yeşilçam filmlerinde yer bulmakta zorlanan isimler, erkeklerin kapısında uzun kuyruklar oluşturdukları sinemaların duvarlarını süsleyen afişlerde boy gösteriyordu. Yeşilçam’ın “masum kızları”ndan Arzu Okay, Mine Mutlu, Yeşim Yükselen gibi isimler tabiri caizse “sokaktaki adamlar” için soyunmaya başlamıştı. Kısa bir süre sonra bu isimlerin yanına Zerrin Egeliler, Feri Cansel, Melek Güngör, Seher Şeniz, Figen Han gibi isimler de eklendi. Kimi “iyi” paralar kazansa da erkek sömürüsünün en önemli halkasını oluşturan kadınlar parmakla gösteriliyor, toplum tarafından dışlanıyordu. 

HANGİSİ DAHA MÜSTEHCEN?

Sinema yazarı Murat Tolga Şen, o dönemin düzenini şu sözleriyle anlatıyor: “Yapımcılar, oyuncuların çoğu, seyredenlerin neredeyse tamamı erkekti ama enkazın altında yine kadınlar kaldı. Bu filmlerde oynayan erkek oyunculara ‘oyuncu’ denmeye devam edildi ama kadınlara ‘fahişe’ gözüyle bakıldı, onların da oyuncu olduğu düşünülmedi. Beyazperdede de olsa sevişen bir kadın, ahlaksızdı. Dolayısıyla onlar da yaptıklarından utandılar. Hepsi başka bir yaşam kurma çabasına girdi.” 

Evet, bu kadınların bir kısmı geçmişlerini kendi hafızalarından silemeseler bile tamamen inkâr ettiler, bir kısmı da erken yaşta hayatlarından vazgeçtiler ya da geçirildiler, tıpkı Feri Cansel gibi. 

FERİ'Lİ YILLAR

Kıbrıslı bir ailenin kızı olan Feri, 13’ünde evlendirilmişti. Çocuk gelin olan Cansel, vatandaşı olduğu İngiltere’yi arkasında bırakıp Türkiye’ye geldi. Dansözlük de yaptı striptiz de... 64 senesiydi, güzelliği ve sonradan çok konuşulacak olan “silikonlu göğüsleri” sinema camiasında dikkatleri çekmişti. İlk olarak Nedim Otyam’ın yönettiği “Kan ve Gurur” isimli filmde rol aldı. Teklifler gelmeye başlamıştı Feri’ye, yavaş yavaş ünleniyordu. Başrollerini Sadri Alışık’la Filiz Akın’ın paylaştığı “Bekar Odası”; Ekrem Bora ve Selda Alkor’un oynadığı “Evlat Uğruna” gibi filmlerde yer almaya başladı. Kariyerinin zirvesine ise Yılmaz Güney’in yazıp yönettiği ve başrolünü oynadığı “Bir Çirkin Adam” adlı filmle çıktı. Film, Altın Portakal’dan üç ödülle dönerken, Feri Cansel’in ödülü ise “aşk” oldu. “Allah’a şükür hayallerim gerçek oldu, aradığım erkeği buldum” dediği Yılmaz Güney’le ilişkisinin kısa sürede hüsranla sonlanacağını bilmiyordu. Bir yandan Türk vatandaşı olmadığı için çalışma izninde sıkıntı yaşıyor bir yandan da figüranlıktan aldığı parayla zorluk çekiyordu. 

SEKTÖRE DE HAYATA DA VEDA

Yeşilçam’da arkasında güçlü “erkek” olmayan kadın oyuncuların tutunamadığı gibi tutunamayan Feri Cansel de kendini erotik filmlerin içinde buldu. 74 yılında “Ah Deme Oh De” ile başladığı serüven, “Helal Sana Behçet”, “Hasan Almaz Basan Alır”, “Beş Dakikada Beşiktaş”, “Kasımpaşalı Emmanuel” gibi onlarca filmle devam etti. Erkek izleyiciler üzerinden kazanılan paraların yine erkeklere pay edildiği düzende yine “parasız” kalan Cansel, şan dersleri alıp gazinolarda şarkı söylemeye başladı. Heyecanlıydı, şansı dönüyordu. Bir işadamının oğlunun dikkatini çekmiş, evlenme teklifi almıştı. Kısa sürede nikâh masasına oturan Cansel’in mutluluğu yine fazla sürmedi ve üç yılın ardından yalnız başına verdiği mücadele dolu günlerine geri döndü. 70’lerin sonuna gelinmişti. Erotik sinema komedi boyutundan, pornoya dönüşmüştü. Erkeklerin aksine “kötü” ilan edilen kadın oyuncuların çoğu sektöre veda etmişti. Geçmişinden kaçmasa da hayatını sahnelerden kazanmayı tercih eden Cansel, konser için gittiği İzmir’de âşık olduğu Melih Ük’le  yaşamaya başladı. Dobralığıyla tanınan, sözünü sakınmayan; hatta kimilerine göre “ağzı bozuk” olan Cansel ile Ük’ün inişli çıkışlı ilişkileri 1 Eylül 1983’te sonsuza kadar noktalandı. Kimine göre  marketin borcundan, kimine göre kedinin mamasından çıkan tartışma Cansel’in hayatına mal olmuştu. “Aşk kurbanı” kadınlar listesine adı yazılan Cansel 19’unda anne, her daim âşık olmuş, 39’unda da sevdiği erkek tarafından katledilmişti. 

12 Eylül Darbesi’yle ani ve kesin bir şekilde sona eren “seks furyası”nın günahı dönemin kadın oyuncularına yüklendi. Tıpkı Türk sinema tarihinde yok sayılan, cinsellik üzerinden erkekleri ilahlaştıran dönemin “kayıp” olarak kabul edildiği gibi kadın oyuncuların da kaybolmasında toplumun  ikiyüzlülüğü de yadsınamaz.

ARALARINDA KADIN YOK!

Halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede, üstelik iktidarın koalisyon ortaklarından birinin Milli Selamet Partisi’nin olduğu bir ortamda bir seks furyası dönemi yaşandı. Aile sinemaları, seks filmi oynatan sinemalara; sinemaya giden seyirci erkek seyirciye dönüştü. Mesela Behçet Nacar’ın “Parçala Behçet” filmini Konya’da bir cuma namazından sonraki seanslarda binlerce kişi izlemiş. 

Kadının kendi cinselliğinden utandığı bir toplumda, erkekler için seks komedileri yapıldı. Kadın vücudu üzerinden her türlü sömürünün yapılabilmesine rağmen bunun faturası yine kadınlara çıkarıldı. Bu filmlerin asıl sorumlusu yapımcılar, yönetmenlerdi ve aralarında tek bir kadın bile yoktu.