Bugün günlerden İstanbul
Fatih Sultan Mehmet’in bir salı günü fethettiği İstanbul yine bir salı günü Halaskârgazi Mustafa Kemal Paşa tarafından işgalden kurtarıldı.
Prof. Dr. Şaduman Halıcı13 Kasım 1918... Haçlı zihniyeti 463 yıl sonra İstanbul’da. Boğaz çelik tartasına dönmüş… Emperyalistler kenti “resmen işgal etmiyoruz” der. Resmi işgali Demokles’in kılıcı gibi sarayın ve hükümetlerinin boynunda tutmayı yeğler.
Ertesi gün “İtilaf donanması harimimize girdi” başlığını atar Tevhid-i Efkâr. “Harim” ne mi? Evinizin içi gibi yabancının giremeyeceği kutsalınız.
Göbekten Yunan zırhlısını da koyar gazete ilk sayfasına “Averof limanımızda!” başlığıyla. Altına şu notu düşer:
“Günümüze ve gelecek kuşaklara bir uyanış vesilesi olmak ümidiyle yüreğimiz yana yana paylaşmayı vatan görevi sayarız.”
Ve aynı gazetede Ebüzziyazade işgale hüzün ve acıyla şahit olduk diye hayıflanır.
8 Şubat 1919... Fransız General Franchet d’Espèrey o ünlü atının üzerinde böbürlenerek İstanbul’a girer. Hadisat gazetesinde Süleyman Nazif’in yüreği parça parçadır… Kaleminden dökülen “Türkün ve İslamın kalbinde ve tarihinde ömür boyu kanayacak bir yara... Yalnızca Türkler için değil bütün İslam dünyası için ne büyük bir acı” cümlesinin bedeli Malta’da sürgünlük olur. (Hadisat, 9 Şubat 1919)
İngiliz devlet adamı Henry Asquith şöyle der o günlerde:
“Hasta Adam bu defa gerçekten öldü ve mezar taşına ne yazılırsa yazılsın yeniden dirilmesi mümkün değil.” (Yalman:317)
16 Mart 1920... İstanbul bu kez “muvakkaten” yani geçici olarak işgal edilir. Ertesi gün gazetelerin sütunlarını işgalcilerin ve hükümetin duyuruları süsler. Hükümet der ki “İtilaf Devletleri’nin bu sabah hükümete verdiği notada belirtildiği üzere İstanbul bugünden itibaren ve geçici olarak askeri işgal altına alınmıştır” ve acizliğini şu cümle ile perçinler: “Herkes büyük bir sessizlikle işi gücüyle uğraşsın...”
KİMSE SES ÇIKARMAZ
Milliyetçiler tutuklanmış kime ne? Milletvekilleri meclisten yaka paça çıkarılmış, Malta yollarına dökülmüş, kime ne? Taşkışla, işkence evi olmuş, kime ne? Vatanperverler sırf Kemalistlere destek verdiği için gecelik entarisiyle Bekirağa Bölüğü’ne tıkılmış, kime ne? Yıllardır savaş meydanlarında kanını canını vatan için feda eden Türk subaylarına hakaret edilmiş, kime ne? Emperyalistler ve işbirlikçileri el ovuşturup şakşak tutarken ülkenin dört bir yanında millet çaresiz, vatan sahipsiz midir? Hayır!
F. d'Espèrey’nin gövde gösterisinden dört gün önce, 4 Şubat 1919... Şişli’de bir ev. Kurtuluşu İngilizlerde gören bir gazeteci: Refi’ Cevad. Karşısında Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Paşa. Paşa diyor ki: “Her şeyi sordunuz, bu ülke nasıl kurtulur diye sormadınız.”
Refi’ Cevad şaşkın... “Güzel ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla?”
Paşa yanıt veriyor, “Öyle görünür Refi’ Cevad Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur.” (Borak: 1-2)
Refi’ Cevad “Zırdeli bu adam” der. Mustafa Kemal önce kendisine sonra milletine inanır. O inanç birliği örgütlenmeye, o örgütlenme zafere ulaştırır Türk milletini. Üç yıl, üç ay, 21 gün sürmüştür Türkün bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi. Emperyalist çizmeleri Anadolu’dan kovulur. İşbirlikçileri tıpkı Refi’ Cevad gibi kaçar.
İŞGALİN BİTİŞİ
Ancak İstanbul’un yürek yakan acısı sürer. Çünkü özellikle İngiltere sömürgelerindeki Müslümanlara, “Türkler Yunanları yendi, bizi değil, hilafet merkezi hâlâ bizim işgalimizde, bizden büyük yok, ayağınızı denk alın” demek ister.
Daha 1921 Haziran’ında Paris’te kurulan masada Lord Curzon İstanbul ve Boğazları kaybetmeyi, Ortadoğu’yu elde tutamamayı felaket olarak nitelememiş midir? (Şimşir: 21vd) Mudanya Mütarekesi gereğince Türk birlikleri İstanbul’a giremese de Doğu Trakya’yı teslim almakla görevlendirilen Refet Bele 19 Ekim 1922’den itibaren TBMM adına İstanbul’un yönetimini üstlenmek için çabalar. Emperyalistlerin otoritesi her geçen gün sarsılsa da sonuçta işgal sürer.
İşgali sonlandırmayı Lozan’da kurulacak barış masasına bırakmıştır emperyalistler. O masada Türkleri mat edeceklerini var sayarlar. İsmet Paşa izin vermez onlara. Sonra antlaşmasının TBMM’de onaylanması koşuluna bel bağlar. Onaylanmayacağı düşlenir. Emperyalist düşünü Gazi Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki II. TBMM tarihe gömer, 23 Ağustos 1923 günü onaylar Lozan Barış Antlaşması’nı.
Dışişleri Bakanı İsmet Paşa hızla hareket eder, hemen o gece İstanbul’daki İtilaf yüksek komiserlerine onay haberini bildirir. Çünkü tahliye protokolü onayın ardından altı hafta içinde İstanbul’un boşaltılmasını emreder. Altı hafta, 42 gün demektir ve onların bir gün gecikmeye bile tahammülü yoktur.
Boşaltma süreci o gece hemen başlatılır. Bostancı’da top, silah ve mühimmat İtilaf gemilerine nakledilir. 27 Ağustos’ta Anadolu Yakası emperyalist utancından arınır. Rumeli Yakası’nda 24 Eylül’de başlar hareketlilik. 29 Eylül günü İngilizler Kâğıthane ve Maslak arazilerini teslim eder, el koyduğu binaları sahiplerine geri verir. Aynı gün Fransızlar Ayasofya civarındaki binaları, Beyazıt’taki jandarma dairesini, Süleymaniye ve Rami kışlalarını boşaltır. İtilaf göçü ekim başına kadar sürer.
1 Ekim 1923 günü TBMM heyetince teslim alınanlar arasında Taşkışla da vardır. Dört yılı aşkın süredir emperyalist bayrağı dalgalandıran sancağına Türk bayrağı çekilir. Tophane Saat Kulesi’ne asılan İngiliz bayrağı da o gün indirilir. Yerine Boyacı Esnafı Hacı Ahmet Efendi tarafından yaptırılan Türk bayrağı çekilir. 35 metre boyunda, 15 metre eninde gururla dalgalanır bayrağımız. İstanbul Belediye binası da asıl sahiplerine 1 Ekim öğle saatlerinde kavuşur. (İkdam, 2 Ekim 1923)
2 Ekim 1923... Toplarını Dolmabahçe Sarayı’na doğrultarak gelenler o gün Dolmabahçe rıhtımında yapılan törenle uğurlanır. İkdam gazetesi okuyucularına 16 Mart 1920’de başlayan resmi işgalin üç yıl, altı ay, 16 gün sürdüğünü hatırlatır ve ekler: “Artık acı günler bugünden itibaren sonsuza kadar tarihe karışmış oluyor...” Tevhid-i Efkâr’ın ertesi günü vurguladığı gibi “Fatih’in 470 yıl evvel bir salı günü fethettiği İstanbul yine bir salı günü düşman işgalinden kurtulur”.
Ve 6 Ekim 1923… 101 yıl önce bugün. İstanbul namusu, onuru bildiği ordusuna da kavuşur. Vapurla Hereke’den yola çıkan 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa ve beraberindekiler İstanbul halkının coşkusuna coşku katar. O coşku ve ortaklık Türkiye Cumhuriyeti’nin de ayak sesidir. Tek kişilik saltanatın verdiği acılara tanık olanlar tanıklıklarından ders çıkarmıştır. Cumhuriyeti tartışılamaz kılmak ise ders çıkarmayanlara geçit vermemek içindir. Bugün günlerden İstanbul’dur. Bağımsız ve özgür olmanın bedelini hatırlama ve gururunu doya doya yaşama günüdür.
Kaynakça:
Ahmet Emin Yalman, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye, çev. Birgen Keşoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019.
Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Sakarya’dan İzmir’e, Bilgi Yayınları, İstanbul, 1989.
Sadi Borak, “Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı”, Kuleli Dergisi, 1996/1.
Yüzüncü Yılında İstanbul’un Kurtuluşu, Haz. Nazif Özcan, İBB Yayınları, 2023.