Bu hormonlar aşık!
Onu görünce, kalbiniz çarpınca yükselişe geçen hormonlar sizi gerçek aşkı bulduğunuza ikna edebilir.
Alican ElkorekBugün biraz "aşk" konuşuyoruz. Hepimizin kalbinin hızla çarpmasına neden olan o büyülü ve yüce hisler... Ancak kalbimizin o susturulamaz sesiyle beraber bizi yoğun duygulara sürükleyen görünmez kahramanlar var: Hormonlar, nörotransmitterler ve beyin kimyamız. Gelin bugün aşkın gizemine birlikte dalalım!
AŞKIN KAYNAĞI
Âşık olduğumuzda en çok salgılanan hormonlardan olan dopamin, beynimizde “ödül merkezini” uyarır ve bizi “mutluluk sarhoşu” yapar. Bu hormonla sevdiğimiz kişiyi düşünüp onunla zaman geçirdiğimizde kendimizi daha "var" hissederiz. Dopamin, motivasyonumuzu da artırır. Bu nedenle âşık olduğumuzda sevdiğimiz kişiyi görmek, ona dokunmak için sürekli bir arzu duyarız.
BAĞLANMANIN TEMEL TAŞLARI
Aşkla beraber yükselen hormonlardan bir diğeri de oksitosindir. “Sarılma Hormonu” olarak da bilinir, iki insan arasında güven ve bağlılık hissi oluşturur. Sarılma, öpüşme gibi eylemler oksitosin seviyesini artırır ve duygusal bağlanmayı güçlendirir.
Vazopressin de tıpkı oksitosin gibi bir bağlanma hormonudur ve uzun vadeli bir bağ kurmada önemli rol oynar. Âşık olduğumuz kişiyle bağımız derinleştikçe beynimiz oksitosin ve vazopressin salgılamayı sürdürür, bu da bizi sevdiğimiz kişiye daha fazla bağlar.
KALP ÇARPINTISI VE HEYECANIN KAYNAĞI
Aşkın ilk aşamalarında adrenalin ve kortizol seviyeleri yükselir. Adrenalin, kalp çarpıntısı, terleme ve avuç içlerinde bir sıcaklık hissi yaratır. Sevdiğiniz kişiyle göz göze geldiğinizde, içinizde yükselen heyecan adrenalinle olur. Kortizol ise aslında “stres hormonu” olarak bilinir. Âşık olduğumuzda stres seviyelerimiz artabilir çünkü hissettiğimiz yoğun duygular, bilinçaltında kaygıya neden olabilir.
AŞKIN DENGESİZLİĞİ
Serotonin seviyelerimiz, aşkın ilk dönemlerinde ilginç biçimde azalır. Normalde mutluluk ve duygusal denge sağlayan serotonin, âşık olduğumuzda bizi adeta “takıntılı” hale getirir. Sevdiğimiz kişiyi sürekli düşünme, ona ilişkin her ayrıntıyı zihnimizde tekrar tekrar canlandırma eğilimi, serotonin seviyesinin düşmesiyle ilişkilidir. Bu takıntılı düşünceler, “sarhoşluk” duygusunun nedeni olabilir.
NASIL ANLARIZ?
Aslında, aşkı tanımlamak oldukça karmaşık. İlk heyecan ve çekim aşamasında yoğun bir fiziksel ve duygusal uyarılma yaşarız. Ancak gerçek aşk, bu dönem geçtikten sonra bile kalbimizde ve zihnimizde aynı sıcaklığı hissetmek demektir. Karşımızdaki kişiyle “kendimiz gibi” hissettiğimiz, onun yanında maskesiz bir şekilde var olabildiğimiz, iyisiyle kötüsüyle yaşamı paylaşmak istediğimiz noktada, gerçek bir aşka doğru adım atmış oluruz.
Gerçek aşk karşılıklı güven, saygı, şefkat ve bağlılık üzerine inşa edilir. Dopamin ve adrenalin gibi hormonların etkisi zamanla azalabilir, ama güven ve saygı gibi kavramlar ilişkide kalıcılığı sağlar. Gerçek aşk, tek bir yoğun duygu değil karşılıklı bağlılık ve hayatı birlikte daha anlamlı kılma isteğidir.
EMİN MİSİNİZ?
Hayatımızı birleştirme kararı almak, büyük bir adım ve güçlü bir bağlılık gerektirir.
Bu noktada şu soruları kendimize sorabiliriz:
- Onunla beraber olduğumda kendimi “evde” gibi hissediyor muyum?
- Onunla şu ana kadar yaşadığım hayat, hayal ettiğim hayat mı?
- Farklılıklarımızı kabul edebiliyor, tartışmalarımızı olgunlukla çözebiliyor muyuz?
- Zor zamanlarda da birbirimize destek olabileceğimizden emin miyiz?
Bu sorulara kocaman bir "EVET" cevabı verebiliyorsanız, sevdiğiniz kişiyle hayatınızı birleştirme fikri gerçek hale gelebilir. Unutmayın, aşk sadece bir hormon fırtınası değil, aynı zamanda bir yol arkadaşlığı ve duygusal dayanışmadır. Aşkınızı bulmanız ve gerçek aşkı deneyimlemeniz dileğiyle.