Bir ailenin hayaletleri: Sonsuz Sır
Korku öğeleriyle puslu anılar arasında “The Souvenir”in izinden giden Joanna Hogg yapımı.
Başak BıçakSislerle kaplı bir ormanda, gecenin karanlığında ilerleyen ve ailenin “sınıfsal” özelliklerini açık eden bir araba... Arabanın içinde uyuyan yaşlı bir kadın ve onu doğum gününü kutlamak üzere Galler’de bir otele götüren kızı...
Joanna Hogg, enfes “The Souvenir” filmlerinin bir devamıymış duygusu uyandırmakla kalmayıp o gezegenden küçük elementleri ana karakterinin omuzlarında birer toz kırıntısına dönüştüren yeni filmi “Sonsuz Sır” (The Eternal Daughter) ile yeniden yarı otobiyografik bir dünyaya giriş yapıyor. Ancak bu evren bu kez daha çok gotik bir hayalet filmi kisvesi altına gizlenmiş derin kederlerle, ailevi bağlarla, belleğin sinsice perde çektiği hatıralar ve bir otelin duvar kağıtlarına sinmiş tarihi olaylarla bezeli... İkinci Dünya Savaşı’nın yoğun sisinin arazisinin üzerine çöktüğü bir otele annesiyle gelen Julie -belki de “The Souvenir”in Julie’si- kısa bir süre önce ölen babası üzerine konuşmak belki bu hikâyeden bir film çıkarmak ve annesiyle biraz daha yakınlaşmak istiyor.
Bunun için de annesinin küçükken, “The Blitz” denilen Alman bombardımanından kaçarak teyzesinin yanına sığındığı ve hafızasında önemli bir yer tutan, şimdilerde otel olarak kullanılan bu köşkü seçiyor. Öykünün açılış sahnesindeki tekinsiz ortamdan ve ona eşlik eden notalardan filmin bir korku anlatısı olduğu düşünebilir. Rahatsız edici küçük anları nedeniyle kısmen doğru da... Ancak bu pelerin filmin sizi korkutmaya eğilimli olmadığı gerçeğini gizlemeye çalışmadığı gibi anlatı ilerledikçe burnunuza gelen dram kokusunu da fark etmenize izin veriyor.
Otele girdikleri andan itibaren onları kaba bir şekilde karşılayan otel görevlisinden, odaların tümü doluymuş gibi davranılmasına ve aslında Julie ve annesi Rosalind’den başka kimsenin olmamasına veya labirenti andıran koridorlarından geceleyin başlayan gıcırtılara değin her ayrıntı filmin yaratmak istediği huzursuzluk üzerine kurulu. Ancak bu duygu sözde bir hayaletin musallat olmasından öte evin üzerine yerleştiği toprağın, içinde yaşayan insanlarının, pencerelerinin, duvarlarının ve en çok da annesi aracılığıyla Julie’ye sirayet eden bir tedirginliğin yansıması.
Julie ve annesi konuşmaya ve geçmişe ilişkin kapıları aralamaya başladıkça yükselen keder, anneyle kızının gündelik konuşmalarında havaya karışıyor. Bellek tazelendikçe anne “yaşlanıyor”, Julie evin “acılı bağrışlarıyla” her geçen gün daha çok kıvranıyor. Gündüzleri kimsenin olmadığı bir oturma odasında çay eşliğinde yapılan kısa sohbetlerde, geceleri yemek salonunda ya da yatak odasında açığa çıkan anılar bir biçimde annenin yüzünde ve Julie’nin satırlarında görünürlük kazanıyor. Evdeki her obje, bir sığınağı anımsatan tuhaf yeşil ışıklandırmalı koridorlar, çevredeki nemli ormanın üzerine çökmüş ve neredeyse hiç kalkmayan pus ve genlerinden aktarılan acılı hatıraların zihnini ve bedenini rahat bırakmadığı Julie...
FİLMDEN FİLME AKTARILAN ANILAR
Joanna Hogg, kıvrak bir hamleyle “The Souvenir”de Julie’yi canlandıran Honor Swinton Byrne’nın gerçek yaşamdaki annesi Tilda Swinton’ı yeni bir Julie olarak ekrana konumlandırıyor ancak daha da göz alıcı olan ve filmi güçlendiren seçimi anne olarak da Swinton’ı kadrosuna eklemesi.
Böylelikle filmden filme, kuşaktan kuşağa, atalardan bireye, bir yönetmenin zihninden sinemaya aktarılan her bir anının yüklendiği ıstırap, pişmanlık, hüzün ve kasvet Sonsuz Sır’da kümeleniyor ve filmi şekillendiriyor. Bu film, vitrinindeki “korku motifiyle” sizi cezbeden ama satın aldığınızda, daha çok bir tarihin, bir ailenin, bir anne ve kızının tüm yükünü sırtladığını fark ettiğiniz antika bir eşya gibi. Ve sonuçta nesneler, bizim onlara nasıl baktığımızla alakalıdır.
Puanım: 7/10