Bir yanardağda kaybolmak

İzlandalı post-rock grubu Sigur Ros’un sesiyle büyüleyen solisti Jonsi, pandemideki yolculuk kısıtlamalarından dolayı ulaşamadığı ülkesindeki yanardağ patlamasını müzikle sanatı bir araya getirerek yeniden oluşturdu.

Serra Rodoplu

Alışılmışın dışında melodilerle atmosferik ve büyüleyici parçalar yapan İzlandalı post-rock grubu Sigur Ros, 1994 yılından beri etkin. İzlanda dilinde veya kendilerinin yarattığı “Hopelandish” isimli dilde yazılmış olan şarkı sözlerini sonik, klasik, minimalist melodilerle harmanlarken grubun solisti Jónsi’nin sesiyle, söylediklerinin ne anlama geldiğini hiç anlamasak bile bizleri tüm hücrelerimizle düşsel ve duygusal yolculuğa çıkarabilmekte. Esinlerini yaşadıkları yer olan İzlanda'dan aldıklarını söyleyen grubun şarkıları ne kadar soyut olursa olsun, onları beslemiş olan doğanın tınısını müziklerine aktarabilmekte ve bizlere de doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlatmakta.

İzlanda doğasından beslenen ve bunu yenilikçi yollarla müziğine ve sanatına aktaran Sigur Rós’un baş solisti Jónsi, Los Angeles’daki Covid-19 seyahat kısıtlamaları nedeniyle İzlanda'ya dönemedi. Bu sırada, başkent Reykjavik'ten 32 km uzaklıktaki Reykjanes Yarımadası'ndaki 800 yıldan beri ilk kez patlayan yanardağını deneyimleyememesi sonucu coğrafi sınırlamaların üstesinden gelmenin bir yolunu aramaya çalışmış ve bu durum sanat yapıtları ve doğa arasındaki bağlantıyı daha da geliştirmesini sağlamış. Sonuç olarak bu sıkıntısı, soğuyan lavın oluşturduğu siyah camsı malzeme olan obsidyenden adını alan bir solo albümü ve aynı isimde bir yerleştirme ortaya çıkarmış. Ve ben de geçenlerde görme imkânı yakaladığım “Obsidyen” isimli bu enstalasyon hakkında izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

Karanlık mekânda, özgün adı İzlandaca “Hrafntinna” olan yerleştirmeye ilk kez bakarken aklımda oluşan izlenimleri betimlemek zordu. Yapıt o kadar karanlıktı ki ilk başta çevremi zar zor görebildim. Gözlerim yavaştan ortama alışırken üzerine oturabileceğim ya da yaslanabileceğim siyah bir kaidenin etrafında geniş bir yay şeklinde dizilmiş 200’den fazla hoparlörü seçmeye başladım. Bir mağaranın duvarları ya da bir yanardağın içi gibi görünüyorlardı. Tepede, aşağıdan görülen bir yanardağın menfezi gibi aydınlatılmış bir disk vardı. Hoparlörlerden yansıyan metalik parıltılar, gitgide çevresindekileri yansıtan bir obsidyen gibi gözükmekteydi.

Odada dolaşırken sizi çepeçevre saran yer yer yükselen ve alçalan heyecan verici ses düzeni, Jónsi'nin sesi, lav akıntısı ve parçalanan kayaların tıkırtısı gibi doğal, insan yapımı ve mekanik sesler karmaşık bir şekilde bir araya gelmişti. Tepedeki ışık ise seslerle eşzamanlı yoğunlaşarak ve karararak insanı bulunduğu yerin dışına taşırken yanardağın da tam içinde hissettiriyordu.

KEHRİBAR KOKUSU

Tüm deneyim boyunca havada fosilleşmiş kehribarın tatlı ve dumanlı kokusu geliyordu. Ziyaretçiyi trans benzeri bir ortama sokan bu süreç, “Fagradalsfjall” yanardağının kendisi gibi, performansını ateşli bir gösterimle değil, sessizlikle sonlandırdı.

Sigur Ros anlamsız kelimeler ve sesler üzerinden müzikle kurulan ilişki sonucu tanıdık hisler yaratırken bu yapıt aracılığıyla kıyısından bile geçmediğim bir deneyimi, görünmezliklerine karşın, koku ve melodiler aracılığıyla hissettirme kapasitesi olduğunu anlatıyor ve bu çok-duyulu sanat yapıtı ile doğaya karşı özlem ve takdirle dolu deneyim yaşatıyor.