Bir ülke iki anne
Usta yönetmen yönetmen Pedro Almadovar bu kez kadrajını İspanyol iç savaşına çeviriyor ve ülkesinin kökleriyle, anne figürü üzerinden hesaplaşıyor.
Başak BıçakDekoru oluşturan iç savaş, hikâyenin mutlak öznesi kadınlar, Piet Mondrian esinli sarı, kırmızı, mavi ve yeşil renk paleti, ikonik yemek planları ve etkili bir melodram... İspanyol yönetmen Pedro Almodovar sinemasının vitrinini süsleyen her bir aksesuar, Paralel Anneler’in (Madres Paralelas) havzasını beslemekte istekli görünüyor. Ancak tek bir farkla, bu kez başrolde İspanya’nın acılı geçmişi var.
SAVAŞTAN KALANLAR
İspanya, Cumhuriyetçiler ile Milliyetçiler arasındaki savaşın ve Franco’nun 38 yıl süren diktatörlüğünün neden olduğu yaraları kapatmaya, mezarları ise açmaya devam ediyor. Kendisi de faşist bir rejimin gölgesinde, iç savaştan geriye kalan bir avuç kadının arasında büyüyen Pedro Almodovar’ın sanatında önceleri bir diyalogdan, bir kayıptan veya bir referanstan ibaret olan iç savaş mirası, bu defa Paralel Anneler’in özünü oluşturacak kadar güçlü... Öyle ki, bugüne dek sinemasına hâkim figür kadınlar dahi, bu politik hesaplaşmanın bir aracı haline geliyor; anlatıyı tümüyle İspanya’nın toplu mezarlarından fırlayan iskeletler meydana getiriyor.
Almodovar, filminin adıyla tezat, birbirine pek de paralel olmayan kaderleriyle izlediğimiz anneleri -ya da kadınları-, yine doğum, ölüm, arkadaşlık, dayanışma ve aşk gibi ortak temalarla bir araya getiriyor ve alışageldiğimiz ışıltılı üslubuyla planlarını renklendirmeyi ihmal etmiyor. Kırklı yaşlarında bir fotoğrafçı ve bekar bir anne olmaya hevesli Janis (Penelope Cruz) ile ebeveyn problemli, henüz reşit bile olmadan hamile kaldığı için anne olmak istemeyen Ana (Milena Smit), bir hastanenin doğum servisinde karşılaşıyorlar. Ve paralel olarak izlediğimiz sahnelerle aynı gün doğum yapıyorlar. Birbirlerinden alabildiğine farklı bu iki karakter arasındaki ayrımı, doğum sekansının peşi sıra izlediğimiz yakın çekim planlarda tercih edilen duvar renkleriyle fark ediyoruz. Filmin girizgahında, bir dergi için yaptığı çekimlerde karşılaştığımız Janis, öykünün ana karakteri ve Ana’nın hayatındaki kırılma noktalarını yönlendiren kişi de yine o oluyor. Zira adından başka bir varlığı olmayan baba ve tümüyle bir Almodovar kadını olan anne Teresa’nın ellerinde travmalı bir çocukluk geçiren Ana ve Hippi’nin, bir annenin özgüvenli kızı Janis’in tesadüfi karşılaşmaları, bir doğumun ötesine geçiyor ve arkadaşlıktan, anne-kız ilişkisine değin bir dizi bağın daha kurulmasıyla sonuçlanıyor. Ancak bu paydaşlık, Almodovar için yeterli değil çünkü bir ölümün izinde ve gerçeği arayış yolunda varılan nokta, iç savaş mezarlarına, yakınlarını, çocuklarını, eşlerini kaybeden annelere ve oradaki ölümlere dek uzanıyor. Janis ve Ana’nın ortak yazgıları ve biricik kayıpları, İspanya’nın belleğine bir yolculukla ve ülkenin ortak yaralarıyla yüzleşmeye dönüşüyor. Almodovar, modern dünyaya ait iki bekar annenin gerçekliği üzerinden, ülkesinin kadim gerçeklerini hatırlatıyor seyircisine...
KÖKLERE DÖNÜŞ
Paralel Anneler, hiç şüphesiz İspanyol sinemasında çokça karşılaştığımız iç savaş temasını sırtlayan filmlerden yalnızca biri... Hatta Almodovar’ın biçemini oluşturan kıvrımların keskinliği nedeniyle yer yer tekrara düştüğü hissi uyandırsa da -bana göre- yine Penelope Cruz’la çalıştığı Volver’den bu yana en derinlikli ve dokunaklı eseri... Çünkü bu defa Almodovar, salt bir annenin ve bir ülkenin kaybıyla değil, kendi kökleriyle de hesaplaşıyor.
Puanım 7.5/10
Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com