Bir kaplamadan fazlası

Bizi dış dünyadan koruyan ve yaşamsal önemde olan derimizi ne kadar tanıyoruz? Tarih boyunca derinin kullanımı ve üzerine yüklenen kültürel, antropolojik anlamlara bir göz atalım.

Ömür Tanyel

Cildimiz yaşamımız boyunca bizi dış ortamdan koruyan bir organ olarak büyük önem taşır. Olaya sadece anatomik ve fizyolojik olarak bakarsak bazı hastalıklardan ve korunma yöntemlerinden bahsetmek mümkündür, ama deri aynı zamanda insan yaşamı boyunca önemli kültürel bir konuma da sahip olmuştur. Derimizin şaşırtıcı bazı özellikleri ise şöyledir; Tamamen açılabilseydi yaklaşık 1,5 - 2 metrekarelik bir alana sahip olduğunu görebilirdik. Yine içerisindeki tüm damar ağının uzunluğu da 18 kilometreyi bulmaktadır. Deri hücreleri son derece hızlı bir şekilde kendilerini yenileme yeteneğine sahiptir. Yaklaşık 28 günde bir hücreler yenilenir ve yılda 4 kilo kadar ölü deri hücresini vücudumuzdan atarız. Kese yaptığımızda çıkan “kir” dediğimiz maddelerin önemli bir kısmı aslında ölü hücrelerimizdir.

Deri yaşlanmasının ise yüzde 80-90 oranında ultraviyole ışın kaynaklı olduğu söylenebilir. “Fotoyaşlanma” denen bu durum haricinde vücudun tamamının yaşlanmasına benzer metabolik süreçler anlaşılır ki buna da “kronolojik yaşlanma” denmektedir. İnsanoğlunun son yüzyılda artış gösteren çabası ise bu yaşlanmayı engellemek üzerine olmuş ve çoğu "cilt bakım ürünü" adı altındaki satışlarla milyon dolar hacmindeki kozmetik sektörünün doğuşu gerçekleşmiştir.

Saç ve saçlı deride çok geniş spektrumda hastalıklar rastlanabilse de bizlerin belki toplumda en sık konuştuğumuz durum kelliktir. Özel hastane çevresi otellerde ve havaalanlarında rastladığımız kafası kısmen sargılı ve pembe kırmızımsı, kafa derisi görünümüyle saç ektirmiş kişiler, son yıllarda aşina olduğumuz görüntüler. Sağlık turizminin önemli bir parçası olan saç ektirme işlemi için kurulan merkezlere ve içeriğine ilişkin zaman içinde ayrı bir mevzuat dahi gerekmiştir. 

Saç ekimi işlemi aslında çok değişik teknikler içerir ve geçmişi 19. Yüzyıla kadar uzanıyor. Burada da karşımıza ilk uygulayıcı olarak Osmanlı vatandaşı bir isim çıkıyor. Menahem Hodara 1890 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den mezun olmuş ve uzun yıllar Kasımpaşa’da yer alan Deniz Hastanesi’nde cilt hastalıkları alanında çalışmıştı. Saçsız bölgelere saçlı deriden parçaların kaydırılması işlemlerinde öncü olarak kabul edilir. Hodara’nın öğrencilerinden olan meşhur Hulusi Behçet’in de zaman içinde bilimsel çalışmaları ile kendi adıyla bilinen “Behçet Hastalığı”nı tıp literatürüne kazandırdığını kaydedelim.

Derinin toplumsal ve kültürel yönleri olduğundan da bahsetmiştik. Örneğin western filmlerden aşina olunduğu üzere Kızılderililer ele geçirdiklerinin “beyazların” kafa derisini yüzmektedir. Lakin bunun sadece Kızılderililere has bir uygulama olmadığını bilmekte de fayda var. Bir ganimet ya da başarının ödülü olarak görülen bu durum, belki de daha eski çağlardan beri devam eden, galibiyeti ispat amacıyla kesilerek taşınması zor olan başın yerine kullanılan pratik bir yöntemdir. 17. Yüzyıl’da Amerika topraklarına olan göç dalgaları sonrası yerli halkla olan mücadelede pek çok koloni yönetimi Kızılderililerin kafa derisini getirenleri ödüllendirirdi. Daha eski dönemlerde ise Asya’da , Hindistan’da ve İngiltere topraklarında bu uygulamanın yapıldığına dair bulgulara rastlamak mümkün. Yüzülen deri eğer saçlı ise savaşçının elbisesini veya mızrağını süsleyen önemli bir parçaydı. Aksesuar olarak saçlı kafa derisi kullanımı hem gücün hem güzelliğin simgesiydi.

Saçlı deri dışında, bedenimizi kaplayan cildimizin de güzellik ya da toplumsal kültür algısı ile değişimlere uğradığı aşikar. Dövme bunlardan en bilineni. 2018 yılında Mısır’da bulunan M.Ö 3binlere tarihlenen mumyalarda dövmeler görülse de Avrupa’nın bununla tanışması 18. Yüzyıl gemicileri sayesinde oldu. Muhtemeldir ki o zamana dek Uzak Asya ve Güney Amerika gibi yerlerdeki dövme uygulamalarını gören denizciler bu işlemi beğenerek kendilerinde uygulamış ve kıta Avrupasında dövmenin yayılmasını sağlamışlardır. 20. Yüzyıl ortalarına dek gelen süreçte  Balkan ülkelerinde genç kızlarda dövmenin yaygınlaştığını görüyoruz. Dövmelerin de ele, kola, göğse yapılan haç işareti şeklinde olduğunu görmek mümkün. Bunun da Osmanlı egemenliğindeki topraklarda kaçırılmayı ve din değiştirmeyi önlemek için yaygınlaştığı izah edilmektedir.

Derinin üzerine şekil, yazı, resim yapmak yerine kağıda yazılmış eserleri koruma misyonu da yüklenmiştir. Nasıl mı? Derimiz geçmişte bu bilgileri içeren kitapların cilt malzemesini oluşturmuştur. İlk kayıtları 1700’lere uzanan, insan cildiyle kaplanan kitaplar 19. Yüzyılda yaygınlaştı. Kimi zaman kitaba değer katma, kimi zaman vasiyet nedeniyle, kimi zaman da kitap içeriği ile bir bağlantı kurma amacıyla bu uygulamanın yapıldığına rastlamak mümkündür.

DERİMİZİ KORUYALIM

Nazi döneminin gerçek olduğu kadar spekülatif iddialarından biri de insan derisinden abajurlar yapıldığı yönünde. Buchenwald Toplama Kampı komutanının karısı Ilse Koch’un bu uygulamayı yaptığı söylense de kesin kanıtlara hiç bir zaman ulaşılamamıştır.

İşte bizi dış dünyadan koruyan, anatomik yapısı ile son derece güçlü ama bir o kadar da hassas olan derimize ait birkaç bilgi. Bahsettiğimiz ultraviyole ışınlara hassasiyeti belki onun zayıf karnı. Bahar dönemi ile beraber güneşin etkisini artırmaya başlayacağı şu günlerde belki de dövme yaptırarak değil koruma ve güçlendirmeye yönelik uygulamalarımızla cildimizi ödüllendirmeliyiz.