Bir Dehşet Senfonisi: Teksas Katliamı
Netflix'te gösterime giren Teksas Katliamı, toplumun korku ve şiddet ile örülü bilinçaltının yenilikçi bir yorumu.
Başak BıçakTobe Hooper, yaklaşık 50 yıl önce yarattığı korku figürü Leatherface (Deri Surat) ile salt düşük bütçeli bir korku filminden devam filmleri ve yeniden çevrimlerle dolu bir sinematik evren yaratmakla kalmadı; aynı zamanda türe popüler bir sima armağan etti. Amerikalı katil Ed Gein referanslı Leatherface, Michael Myers, Freddy Krueger, Jason Voorhees ve Ghostface gibi korku ikonlarının yanında kendisine haklı bir yer edindi. Ancak mezarlarında rahat bırakmadığı insanların öcünü almak istercesine hikayesini devam ettiren yapımcı ve yönetmenlerin istilasına uğramaktan da kurtulamadı.
Netflix’te gösterime giren Teksas Katliamı (Texas Chainsaw Massacre), seriyi yeniden başlatma dürtüsüyle yola çıkan David Blue Garcia ve ekibinin ellerinde, ilk bakışta yeni bir "Halloween faciası" gibi görünebilir. Gelgelelim karşımızda, her sekansta heybesinden daha değerli bir taş çıkararak güçlenen bir şiddet gösterisi var. Yakın zamanda izlediğimiz ve Michael Myers’ın ölümsüzlük katına ulaştığı Halloween Kills (2021) maskaralığının ardından benzer bir intikam temasıyla yola çıkan Teksas Katliamı, modern korku şablonunu izleğine eklemlerken yaratılış sebebini gözden kaçırmıyor: çünkü bu, "slasher" türüne ait bir film ve hayranlarının gerçek bir kan banyosuna ihtiyacı var.
Tüm bir seriye sırt çevirip kendisini göbekten 1974 tarihli orijinal filme bağlayan Teksas Katliamı’nın özüne ilişkin gedik ise pek tabii Tobe Hooper’ın görsel açıdan bizi dehşete düşüren "kokuşmuş ve çirkin" dünyasının yokluğu... Zira Vietnam sonrası Amerika’sının şiddeti normalleştirme halinin çarpık bir yorumu olan ve sapkın Sawney Bean klanının izlerini taşıyan klasik hikâye, bir yandan toplumu hicvederken, diğer yandan mekân tasavvuru ve grafik şiddetiyle kısa sürede kültleşmişti. Beş gencin Teksas’a yaptıkları yolculuk, insan derilerinden yapılmış maskeler, eşyalardan mürekkep bir çöp ev, yamyam bir aile ile tümden bir dehşet senfonisine dönüşmüş ve bu katliamdan yalnızca Sally Hardesty kurtulmuştu. Yeni Teksas Katliamı, girizgahında kullandığı ve ilk filmin hayranlarının da hatırlayacağı John Larroquette’in sesiyle, Sally Hardesty’nin söz konusu kurtuluşuna atıfta bulunuyor ve öyküsünün bu temel üzerine inşa edildiğini ilan ederek başlıyor.
Bir televizyon programında, sembolikleşen ölü "armadillo"yu yeniden gördüğümüz bu videonun peşi sıra protagonistimiz Lila’yla tanışıyoruz. İlk filmdeki abla-kardeş arketipinde olduğu gibi, yeni filmde de ‘problemli’ Lila (Elsie Fisher) ve ablası Melody (Sarah Yarkin) var. Lila’nın, bir liseye yapılan saldırıdan sağ kurtulduğunu -ki burada Sally Hardesty ile organik bir bağ kuruluyor- ve ablasının iki arkadaşıyla birlikte Teksas’taki bir hayalet kasabayı restore edip, canlandırmak üzere yola çıktıklarını öğreniyoruz. Hooper’ın ana kahramanı hippi analojisi gibi, yeni Teksas Katliamı da modern korku anlatısının hedef tahtasına Z kuşağını yerleştiriyor ve bilhassa bir gore şölenini andıran otobüs sekansında bu tercihinin gerekçelerini kristalize ediyor.
Katliamın başlangıcı ise yine geçmişle bağıntılı... Harlow kasabasına gelen gençlerin orada yaşayan yaşlı bir kadınla yaşadıkları sorun neticesinde uyuyan dev uyanıyor ve Leatherface, ‘sarışın kız’ Ruth’un (Nell Hudson) yer aldığı bir araba sekansıyla kan festivalinin açılışını gerçekleştiriyor. Bu noktada Teksas Katliamı’nın, modern korku sinemasını ele geçiren ve hemen her hikâyeyi manifestoya dönüştüren yergi endişesinden uzak olduğunu hatırlatmak gerek. Çünkü Jordan Peele gibi modern korku yönetmenlerinin veyahut Candyman (2021) benzeri yeniden çevrimlerin korku büyüsünü bozan sosyal kaygıları, Teksas Katliamı’nda dehşetin önüne geçemiyor. Bilakis şiddet, son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız ürkek gömleğinden kurtularak tam anlamıyla özüne dönüş yapıyor. Leatherface’in, gençlerin parti yaptığı otobüse bindiği ve hepsinin canlı yayına başladığı sosyal medya eleştirili vahşet sekansı, mesaj itkisiyle korku filmi olduğunu unutan muadillerinden daha cüretkâr şiddet koreografileri barındırıyor. Ve Teksas Katliamı birkaç dakika boyunca, kültleşen ilk filmin halefi olduğunu kanıtlıyor. Bu plan, yeni filmin kurtarıcı Mesih’i olması beklenen Sally Hardesty’yi (Olwen Fouéré) beceriksizce karikatürize etmekten öteye götüremeyen öyküyü de seyircinin gözünde bir bakıma temize çıkarmaya yarıyor.
Açıkçası, iyi bir korku figürünün serileştirme gayreti yüzünden öldürülemeyeceğini -bir noktaya kadar- kabul etmiş bir sinemasever olarak, Leatherface’e yüklenen ölümsüzlük zırhının Halloween Kills’teki ‘kepazelik’ kadar beni rahatsız etmediğini söylemeliyim. Ancak Laurie Strode menşeli Sally Hardesty intikamının fazlasıyla eklektik durduğunu da not düşmek gerek. Yine de mantık hatalarıyla bezeli bir Teksas Katliamı’nın dahi, stilize şiddetiyle slasher sevenleri mutlu edeceğini öngörebiliriz. Neticede karşımızda Leatherface ve fütursuzca sağa sola savurduğu testeresi var, daha ne olsun?
Puanım: 6/10