Bir canavar nasıl öldürülür?
Geleneksel anlatı kültürümüzün iki karakteri Tepegöz ve Gulyabani’nin bize bilinçaltımızla ilgili ne anlatamaya çalıştığını inceleyelim.
Ayşe AcarGünde 500
koyun ve iki adam yiyen Tepegöz, doymak nedir bilmeyen bir canavardır. Ona ne
ok ne bıçak ne de balta işlemektedir. Oğuz halkı canından bezmiş, ölüm korkusu
ili baştan aşağı sarmıştır. Elde ümitsizlikten başka hiçbir şey yokken Basat
çıktığı seferden dönmüş ve Tepegöz’ün Oğuz halkına yaptığı eziyetleri
öğrenmiştir.
“Yurduma,
insanıma bunca zarar veren bir düşman varken ben rahat uyuyamam!” diyen Basat
uzun uzun düşünüp sormuştur, “Bir canavar nasıl öldürülür.”
Bu sıradan
bir soru değildir. Soruya verilecek doğru yanıt bir kahramanın doğmasına neden
olabilir. Dünyada sayısız kahraman olduğu gibi sayısız da canavar vardır:
hortlaklar, cinler, devler, ejderhalar…
Gulyabani,
Türk kültüründe Tepegöz kadar tanınan bir başka canavardır. Karanlık ya da çöl
gibi ıssız yerlerde insanların karşısına aniden çıkan bu canavar bir tür
hortlaktır. Gulyabani önce Arap kültüründe kendini göstermiş ardından Farsları,
Türkleri etkilemesinin yanı sıra Batı mitolojisine “Ghoul” olarak geçmiştir. *
“İnsanı
şaşkınlıkla yakalayıp helak eden şey” anlamına gelen Arapça “gul” kelimesi ile
Farsça “çöl adamı” anlamına gelen “beyabani” kelimesinin birleştirilmesinden
oluşan gulyabani/gül-i beyabani, karanlık, tekin, bilinmez yerlerde kendini
gösterir. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Gulyabani” romanı (1912) ve Ertem
Eğilmez’in “Süt Kardeşler” filmi gulyabaninin bu özelliğini öne çıkaran
yapıtlardır.
Tepegöz ya
da Gulyabani fark etmez, Basat’ın sorusunu tekrar soralım: Bir canavar nasıl
öldürülür? Doğru yanıt verebilmek için canavarın ilk nerede ve nasıl ortaya
çıktığına bakmak gerekir. Tepegöz nerede ve nasıl ortaya çıkmıştı? Oğuzların
Sarı Çoban’ını hatırlayalım. Kuzuları otlatırken pınarın kenarında bir peri
görüyor, güzelliğinden çok etkileniyor ve kendisine hâkim olamayıp perinin
yalvarmalarına rağmen onunla zorla birlikte oluyordu. Aradan zaman geçiyor ve
tepesinde tek bir göz olan bu ucube çocuk dünyaya geliyordu. Tepegöz, Sarı
Çoban’ın oğluydu yani o da bir Oğuzdu.
Garip bir
noktaya geldik. Canavar öldürmek için yola çıkmıştık ama ortada daha önemli bir
sorun var. Sarı Çoban’ın periye yaptığı haksızlığı görmezden mi geleceğiz?
Mümkün değil. Gerekirse kahraman olmamalıyız. Tepegöz’ün var olmasına neden
olan şey bir haksızlık. Dede Korkut’un bize vermek istediği mesaj çok açık: İnsan,
insan gibi davranmadığı için kendi fiilinin sonucu olarak bir canavar
yaratmıştır.
TEPEGÖZ’DEN
GULYABANİ’YE
Acaba
Gulyabani hikâyesiyle bize ne anlatılıyor? Dede Korkut yanımızda olsaydı ona
sorardık. İş başa düştü, anlamaya çalışalım. Gulyabani nerede, nasıl ortaya
çıkıyordu? Karanlık, kimsenin olmadığı, bilinmez yerlerde birdenbire...
İnsanları şaşırtıp mat ediyordu. Tepegöz’den farklı olarak o bir hayalet
canavardı. Gulyabani, insanın belirsizlikle olan ilişkisine gönderme yapıyor
gibi.
Çölle ilişkilendirilmesi bu açıdan anlamlı. Çölde insan rahatlıkla yolunu kaybedebilir ve bir serapla karşılaşıp şaşkınlık yaşayabilir. Gulyabani’nin, anlaşılması zor ve bilinemez gibi gelen durumlarda zihnimizin içinde bulunduğu durumu anlatıyor olması pek mümkün. Canavar olması ise bu zihin durumunun bizi aldatmasından kaynaklı. Çöldeki serap gibi optik bir yanılsamaya neden oluyor.
* Seçkin Sarpkaya, Mehmet Berk Yaltırık, Ömer Faruk Yazıcı, Türk Kültüründe Gulyabani, Ötüken Neşriyat.