Bir aşkın, bir kadının, bir yaşamın mevsimleri: Güzel Bir Sabah

Mia Hansen-Løve artık pek az rastlanan Paris romantizmini Fransa’nın güncel tablosu içinde yine ülke sanatına özgü, gün ışığının kente yansımasını izleyen bir tavırla resmediyor.

Başak Bıçak

Az görülen hastalıkların bilinmeyen yollarında gezinmek, Kafka’nın “Dönüşüm”ü gibi beklenmedik fiziksel durumların tutsağı olmak, yaşamda olan biri için yas tutmak, kaybettiğin için kendinden vazgeçmek, ahlaki yükümlülükler altında ezilmek veyahut yalnızca mutsuz geçmişini unutmaya çalışmak... Ve tüm bunlar olurken hayatın kıvrımlarına uyumlanmak, güzel bir sabahta, yeniden doğmak...

Fransız şiirsel gerçekçiliğinin ünlü senaristi, şair Jacques Prevert’in aynı isimli şiirinden esinlenen Güzel Bir Sabah’ta (Un Beau Matin) yönetmen Mia Hansen-Løve’ın karakterleri işte bu duygular altında, bir şiirin yarattığı sakinlikte, telaşsızca dolaşıyorlar ekranda. Léa Seydoux’nun bulutlu gözlerinden sızan hüzün her mevsimine şahit olduğumuz bir yaşamın, bir kentin, bir ülkenin dallarına dönüşüyor ve yaşamayı yeniden öğrenen bir kadının bedeninde filizleniyor...

Adıyla uyumlu güneşli bir Paris sabahında kısa saçları ve rahat kıyafetleriyle sokakta yürüyen Sandra’yla açılan Güzel Bir Sabah bir süre sonra kederi yüz hatlarına ve bakışlarına sinmiş ana karakterimizin ilk budağını açık ediyor. Benson Sendromu denilen bir hastalıktan sıkıntılı babasını ziyaret eden Sandra’nın kendisine kapıyı açmakta zorlanan ebeveyniyle ilişkisi onun katmanlarının yalnızca bir ayağı ancak Hansen-Løve’ın da filmine serpiştirdiği otobiyografik öğelerin en önemli kısmını oluşturuyor.

Gerçekten de tıpkı Sandra gibi Benson Sendromu’yla yaşamak zorunda kalan felsefe profesörü babasıyla anılarından yola çıkan yönetmen filmde Sandra’nın babası Georg’un yapamadığını gerçek yaşamda gerçekleştiriyor ve anlatısını bir tür otoportreye dönüştürüyor.

Fransız toplumunun politik, kültürel, sosyal kodlarını Fransız sinemasının belirgin temalarıyla birleştiren Güzel Bir Sabah ilk bakışta alelade bir çizgide seyrediyormuş gibi görünse de karakterinin duygusal uyanışıyla dokunaklı bir anlam kazanıyor. Filmin başlangıcında Sandra bir yandan babasına duyduğu hayranlık ve onun kişiliğiyle özdeşleşen kitaplarıyla ne yapacağını düşünürken Macron’a öfkeli aktivist annesinin umursamaz tavrına karşılık minnet duygusunu beslemeye çalışıyor.

Beş yıl önce kaybettiği eşinin yerini, bir tür görev edindiği işlerle doldurmaya çabalıyor. Bir taraftan tıpkı üniversitede Almanca eğitimi alan yönetmenin kendisi gibi Almanca ve İngilizce çevirileri yaparken öte yandan okul çıkışı aldığı ve “terörist saldırı olasılığına karşılık tatbikat yapan” kızına olabildiğince sakin bir hayat vermeye gayret ediyor.

YASAK AŞK

İşi ve sorumlulukları arasında bir tür uyku durumunda yaşamaya devam eden Sandra’nın, yıllardır uyuyan kalbini uyandıran ise kızını götürdüğü parkta karşılaştığı eski arkadaşı Clement oluyor. Bu andan sonra -haliyle- yasak bir aşkın içine düşen Sandra’nın yıllardır hüküm süren ıstırabıyla tezat “sözde güneşli Paris”i ilk ayrılıklarıyla yağmurla buluşmaya başlıyor. Aralarındaki ilişki karmaşıklaştıkça hava soğuyor, babasının hastalığı kötüleştikçe Paris karla kaplanıyor.

Sandra’nın kalbi iyileştikçe hava yeniden güzelleşiyor, göz pınarlarında akmaya hazır duran gözyaşlarıyla yaşayan bir kadın mevsimlerle, aşkla, hastalıklarla ve kayıplarla değişirken kıyafetlerine değin “güneşli” dönüşüme” uğruyor.

Güzel Bir Sabah, hemen hepimizin bildiği duyguların, yaşamın beklenmedik felaketlerinin, sürprizlerinin dingin, yalın, mahzun bir yorumu. Ve Léa Seydoux’nun göz alıcı yorumu, Paris’in her mevsimini bir kadının gözünden size aktarabilecek kadar güçlü.

Puanım: 7.5/10