Ben değil davranışlarınız değişsin
Yeni yılda yeni biri olmak istiyorsunuz, yeni bir hayat ve eskinin kötü alışkanlıklarını geride bırakmak hedefleriniz arasında. O kadar kolay mı? Tabii ki değil. Ancak Uzman Psikolog Zeynep Selvili'ye göre hayatınızın her anının, her davranışınızın sorumluluğunu bir kez kabul ettiğinizde kişisel yıkımdan kurtularak, yapıcı şekilde kendinizi yeniden inşa etmeniz mümkün.
Deniz Ülkütekinİnsan acılarıyla şekillenir derler. Belki doğru, belki yanlış, ama şurası gerçek; acılar insanda en derin izleri bırakan anıları şekillendiriyor. Her üzüntünün ardından ise yeni bir başlangıç geliyor. Yeni başlangıçlar, ilk adımın heyecanı, ardından, "ben başaramayacağım galiba" yılgınlığı, bir adım, bir adım daha... Yeni yıl, yeni başlangıçlar için bir sıçrama tahtası olarak görülür. Yeni yıl ve yeni bir ben... Yeni bir ben de yeni davranışlar demek. Okuyunca kolay geliyor, ama yeni davranışları edinmek, otomatikleşmiş alışkanlıklardan kurtulmak belki de en zoru.
2021'i geride bırakmaya hazırlandığımız ve bir çoklarının yılın kendilerinde bıraktığı manevi yükle hesaplaştığı bugünlerde, Uzman Psikolog Zeynep Selvili sözü alabilecek isimlerden. kendi hayatındaki "an"ları çalışarak inşa ettiği mesleki kariyerinde öz şefkat kavramı ile kitlelere ulaşan ve mesleki kimliğinin yanına yazarlığı da ekleyen Selvili, kaygılarla, kişisel yıkımlarla ve kayıplarla örülü bir hayatın, seçimimiz olmasa da sorumluluğun bize ait olduğunu söylüyor...
- Bir çok insanın, yeni yılda yeni bir insan olma hedefi var. İnsanlar yenilenmek ve kendini geri bırakan "defolarından" kurtulmak için kendilerini değerlendirirken nasıl bir yaklaşım geliştirebilirler?
Kurtulmak istediğimiz davranışlarımızın, belki de dediğiniz gibi “defolarımızın” ötesini görmekte zorlanabiliyoruz bazen. Fakat kurtulmaya odaklandığımızda, belirli bir davranışı bırakmakta neden zorlandığımızı anlamamıza yardımcı olabilecek bir iç görüyü göz ardı ediyoruz: Her davranışımız ihtiyaçlarımızı karşılamaya yönelik bir girişimdir. Öğrenme geçmişimize ve erken dönem bağlanma deneyimlerimize dönüp baktığımızda bütün davranışlarımız, tamamen saçma görünen bile, anlam kazanır.
- Peki nasıl?
Şöyle ki, hepimiz milyonlarca yıl sürmüş bir evrimle acı verici duyguları deneyimlemeye muktedir, yönetmesi güç bir beyinle, bazı genetik yatkınlıklarla bu dünyaya fırlatıldık. Çocukluk zamanlarında çevremizden edindiğimiz anılarla dokunmuş bir yaşam ve hiçbirini biz seçmedik... "Ben seçmedim." Bunu kendime söylüyorum bu aralar. Ailemi ben seçmedim, doğacağım zamanı, yeri, çekip gidemeyecek yaştayken yaşadıklarımı... Bana sorulmadı. Öfke, utanç gibi hissedilmesi zor duyguları hissetme kapasitesi olan bu zihni de ben seçmedim. Dönüp baktığımda görüyorum ki, anne ve babam zor duyguları nasıl karşıladılarsa ben de onları gözlemleyerek aynısını yapmayı öğrenmişim. Onlar kendilerine nasıl davrandılarsa ben de kendime öyle davranmışım. Pek çoğumuz için bu acı kavrayış, öz şefkatin ilk adımıdır. Bu gerçeğe uyanmalı, sorumluluk almalı ve “ben seçmedim ama benim sorumluluğum,” diyebilmeliyiz.
- Burada değiştirilmesi gereken bir davranış biçiminden söz eidyorsunuz sanırım.
Genelde, bizim için önemli olan şeyleri davranış özelliklerinden ziyade olmak istediğimiz şeyler olarak ifade ediyoruz. "Güçlü olmak istiyorum," “tahammülsüz olmak istemiyorum,” "şefkatli olmak istiyorum," "sabırlı, soğukkanlı, cesur olmak istiyorum." Davranışlarımızdan çok kim olduğumuza dair bu ifadeler, belirli duyguları hissetmeye çalışmakla ya da hissettiklerimizden dolayı kendimizi suçlamakla sonuçlanıyor. Halbuki, sadece davranışlarımız üzerinde kontrol sahibiyiz. Gündelik dilimiz, önem verdiklerimizi tasvir ederken kendimizle ilgili değerlendirmeleri dile getirmeye daha yatkın. “Güçlü olmak istiyorum,” demek, “güçlü davranmak istiyorum,” demekten daha yaygın mesela. Kelime seçimlerimizi değiştirmek bir başlangıç olabilir. Belki başta günde yalnızca birkaç dakikalığına o şekilde davranacağız. Rolüne hazırlanan yetenekli bir metot oyuncusu gibi, diyelim daha sabırlı davranmak istiyoruz, sabırlı davranan biri nasıl konuşur, yürür, ne düşünür ve nasıl davranır bunu pratik edeceğiz. Böylelikle beynimizdeki bu kası güçlendireceğiz. Zahmetli ve ağır bir süreç, ama bana verilenlerle ne yapacağım benim sorumluluğum. İnsan olmanın bedeli ağır... "Ben, bana dağıtılan bu elle ne yapacağım?" Yeni yılda, bu soruyu, ağırlığının altında ezilmeden sorabilme cesareti diliyorum hepimize.
- Az önce bahsettiğiniz öz şefkat kavramı çalışmalarınız sayesinde geniş kitlelerin gündemine girdi. Öz şefkat kavramını okuyucularımız için de açıklamanız mümkün mü?
Dünyadaki bütün dini geleneklerin bağlı olduğu erdemlerden biri olan şefkat, başkalarının çektiği acılara duyarlı olmak ve acıyı dindirmek arzusu olarak kabul edilir. Kendimize şefkat, diğerlerine gösterdiğimiz şefkatle aynı özelliklere sahiptir, ama içe dönüktür. Öz şefkat kendi ıstırabımızı yok saymak yerine açıkça görmek ve acı çekmenin müşterek bir insanlık durumu olduğunu kendimize hatırlatmak demektir. Öz şefkatin altında yatan temel soru, “bunu deneyimlerken, kendime nasıl destek olabilirim” sorusudur. Çoğumuz kendimize kulak vermeye alışkın olmadığımız için, bu sorunun cevabını bilmememiz de tahmin edilebilir. Ancak kendimize “kendime nasıl destek olabilirim” diye sorup ihtiyaçlarımızı karşılama sorumluluğu almak bir şefkat eylemidir.
- Başarılı insanların biyografisinde onları takıntılı bir şekilde başarıya yönlendirmeye çalışan bir baba, ıstırap seviyesinde bir otorite ve disiplin oluşturan bir anne figürü görüyoruz. Fakat söz konusu yöntem öz şefkat kavramıyla çelişen bir başarı formülü sanırım.
Bu aralar düşünen adam heykelinin heykeltıraşı olan Röden’in biyografisini okuyorum. Bir seferinde bir el yapmak için kolları sıvıyor ve 12 bin el yapıyor, kendine göre “mükemmel” olana erişene kadar. Buraya kadar bir sorun yok gibi, ama şurası çok önemli: bu 12 bin elin 10 binini parçalayarak yok ediyor! O kadar nefret ediyor. Herhangi bir “efsanenin” biyografisini okuyun, hepsinde şöyle bir alt metin var: bu kişiler “iyi iş”le yetinmeyenler... Haklısınız, insan düşünmeden edemiyor: içimizde sürekli “yeterince iyi değil” diyen bir sese mi ihtiyacımız var başarılı olabilmek için? Yoksa kendimizi şefkatle de motive edebilir miyiz? Öte yandan şu da bir gerçek: Evet, biz bu başarı hikayelerini biliyoruz, ama ya çok zengin bir iç dünyaya sahipken başarısızlık korkusundan paralize olup potansiyeline erişemeyen diğerleri? Onları düşünüyor muyuz? Ya da bu yolda intihara sürüklenenleri? Sanıldığının aksine, öz şefkatte eleştiriye yer var. Birinin varlığı öbürününkine karşı değil. Kendimize şefkatli davranmak, öz eleştirinin, gelişme güdüsünün yok olması demek değildir. Hatta, öz şefkati öğrenmek, kendimizi yapıcı biçimde eleştirmeyi ve utançtan kaynaklanan kişisel eleştiriyle, şefkatle kendini düzeltmeyi birbirinden ayırt etmeyi de kapsar.
- Psikoloji ile ilgili yaklaşımınızı oluştururken kendi yaşamınızdan "an"ları ve "dönem"leri referans aldığınıza dikkatimi çekti. Bir psikolog olarak kendini çalışmanın "bedeli" nedir? Öte yandan kendinden veri aktararak insanlara seslenmek bir psikoloğa mesleki anlamda ne gibi avantajlar sağlar?
Sorunuzu duyar duymaz Genç Bir Şaire Mektuplar’dan bir alıntı takıldı aklıma: "Sizi rahat ettirmeye çalışan ve tavsiyeler veren insanın, bazen size yardımcı olan basit cümleleriyle iç içe dertsiz ve tasasız bir şekilde yaşadığını düşünmeyin. Kendisinin hayatı sizinkinden zor ve üzüntülerle dolu. Eğer öyle olmasaydı, size bu sözleri de söyleyemezdi." Aktif olarak psikoterapi yapmıyorum artık, ama terapötik etkisi olan grup çalışmaları yapıyorum. Başka insanların kırılganlığını sarmalamak, mecburen kendi kırılganlığımızın farkında olmayı gerektiriyor. Bu hayli zor bir iş. Uygulamalı Psikoloji diplomamı almak için son senemde danışan görmek zorundaydım. Danışanları bir denetmen nezaretinde görüyordum. İlk denetmenim Dorothy adında bir klinik psikologdu. Toplantılarımız esnasında Dorothy’nin söylediği ve hâlâ aklımdan çıkmayan bir şey de, bir terapistin kendi acısını kabul edip onunla yaşamak için gönüllü olmasının ne kadar önemli olduğuydu. “Gerektiğinde kendini ortaya koymaktan korkma,” derdi Dorothy. “Terapi odasında korkuyorsan, utanıyorsan, çaresiz hissediyorsan, onları kabul et. Bu cesaretin örnek teşkil edecek ve tedavi sürecine yardımcı olacaksın.” Sanırım terapi yapmasam da gerek kitabım Pembe Fili Düşünme ile olsun, gerek babamın hayatının son zamanlarında, günlüklerimi sosyal medya üzerinden paylaşarak yapmaya çalıştığım da buydu. Önceleri kendim için yazdım. Fakat sonra gördüm ki benzer acıları yaşamış çok insan var. Paylaştıkça tek başınalığım yerini güçlü bir birlik hissine bıraktı. Bana umut oldu. Çünkü artık ezbere laflara değil, gerçek hikayelere aç olduğumu fark ettim.
- Pembe Fili Düşünme büyük bir ilgi gördü. Yeni kitap çalışmalarınız var mı?
Evet, ikinci kitabımın ilk taslağını bitirdim. Pembe Fili Düşünme gibi bu kitabım da kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım bir kitap. Babamın hastalığından önce başlamıştım yazmaya. Şimdi revize ediyorum haliyle ve daha çok babam geliyor kalemimin ucuna. Hayat, ölüm ve yas geliyor. Yas hakkında, ölüm hakkında, ve birbirine sıkı sıkıya bağlı utanç hakkında daha fazla konuşmamız lazım. Önce bunları açık açık konuşalım, sonra hikayeleştiririz. Acelemiz yok.
ZOR DUYGULARLA ÇALIŞMAK- Zor Duygularla Çalışmak başlıklı bir atölye çalışmanız var. Zor duygularla başa çıkmak için neler yapılabileceğinden bahseder misiniz? Zor bir duygu hissettiğimizde, örneğin utanç duygusunu, kendi bedenimizde olmak katlanılmazdır. Başka herhangi bir yer daha rahat gibi gelir. Kendimizi suçlamaya başlarız, nerede yanlış yaptığımızı anlamaya veya ne olacağını kestirmeye çalışırız. Tüm bu davranışlar bizi o andan alıp geçmişe veya geleceğe götürür. Burada bir paradoks var, çünkü rahatlamak için bize acı veren şimdiki zamandan kaçıp başka bir çetin yere, geçmişe veya geleceğe sığınırız. Bu kaçış anlamlıdır elbette; zihnimizi meşgul eder. Halbuki sorun duygunun kendisi değil, duygudan kaçınma davranışlarımızdır. Bilhassa zorlu duygular yaşarken. Beden farkındalığı, zor duygular söz konusu olduğunda hayatidir, çünkü bizi zorlayan duygular daha temel, konuşma öncesi bir seviyede yankı bulur. Bedenimize temas etmek düşüncelerimizin ağına takılmadan onları gözlemleyebilme kabiliyetimizi geliştirir, çünkü bedenimiz zihnimize göre daha yavaş hareket eder. Bedenimizde kalarak düşüncelerimizden uzaklaşıp hissedilen duygulara yakınlaşırız. Bir duygunun bedensel bileşeniyle çalıştığımızda, bu duygu, şefkatle farkındalığımızın içinde tutabileceğimiz somut bir şeye dönüşür. Nihayetinde bizi zorlayan duyguyla kaçmadan bağlantı kurabildiğimiz sürece o duyguyla ilişkimiz dönüşür. Artık kaçınmamız gereken bir deneyim olmaktan çıkar, gözlemleyebildiğimiz bir deneyim haline gelir. |