Batının yağma müzeleri

Sanayi Devrimi ve ekonomik refah, 19. yüzyılda Batı’yı bir çeşit sanat seviciliğine yöneltti. Yağmalarla Ortadoğu ve Mısır’dan getirilip Avrupa’nın en gözde kentlerindeki müzelerde sergilenen eserler sırf kültür-sanat bilincini geliştirmek için kilometrelerce taşınmamıştı. Batının günümüz küresel hiyerarşisinde kendini ve diğerlerini(!) konumlandırması için öncül bir aygıt niteliğindeydiler.

Serra Rodoplu

Müzeler kültürel mirasın zenginliklerini korur ve ziyaretçilerini kültür dünyasında heyecan verici bir yolculuğa çıkarır. Ancak dünyadaki köklü müzelerin yaratılması, hiç de iyi niyetli sebeplerle olmadı. British Müzesi’nde, Elgin Mermeri, Asur Kabartmaları, Almanya’daki Pergamon Müzesi’nde Bergama Tapınağı, Roma Milet Pazar Yeri Kapısı, Babil’in İştar Kapısı sergilenmektedir. Kültürel miras konusunda bilgi edinmeye başladığınızda, insan düşünmeden edemiyor; kimin mirası?

Bu tarihi parçaların yaratıldıkları topraklardan kilometrelerce uzakta bulunmasının sebebi; Avrupa’nın Sanayi Devrimi sonrasında büyük bir değişimin içerisine girerek; kısa sürede büyük bir ekonomik refah ve ardından “sanat seviciliği” dönemi yaşamış olması. Sanat olarak tanımladıkları ise antik çağlardan kalan arkeolojik eserlerdi. Bu eserlere sahip olabilmek için Rönesans ve Aydınlanma fikirlerinin kökeni olan Antik Dönem uygarlıklarının bulunduğu Mısır’a, Anadolu’ya ve Yunanistan’a gidilmiş; buradaki arkeolojik buluntular haksız bir şekilde kendi ülkelerine taşınmıştı. 18. yüzyıl ile başlayan eser toplama yarışı, 19. yüzyılda artarak devletlerarası bir rekabete dönüşmüştü. 

İKTİDAR ARACI KOLEKSİYONLAR

Fransa'daki Louvre, İngiltere'deki British Müzesi, Almanya’daki Pergamon ve ABD’deki Metropolitan Müzelerinin koleksiyon oluşturma yaklaşımının temeli Roma İmparatorluğu’nun savaş ganimetlerini sergileme geleneklerine dayanır. Bu tür müzelerin asıl amacı, modern devletin büyüklüğünü kanıtlamak ve kültürel tarihini en yüksek uygarlıklarının tarihi olarak yorumlanmaktadır. 

Bu durumda insanların, atalarından kalan yaratımları ya da yaşadığı toprağın anlamını derinden etkileyen yapıları, kökten değiştirilmiş bir manzaraya yerleştirerek sergilenmesini eleştirel bir gözle değerlendirmek gerekir. Aslında müzedeki eserlerin, tarihi ve estetik değerlerin ötesinde politik bir anlam taşımaya başladığını ve iktidar kalıntıları olduklarını göstermektedir. 

Eserleri sergileyen ülkeler ve müzeler sadece yurttaşlarıyla farklı kültürleri ya da tarihi paylaşmıyor. Koleksiyonlarını bir iktidar aracı olarak kullanıyor. Bu durumda, Batı’daki köklü müzelerin oryantalist bir söylem üzerine inşa edilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Oryantalizm, Batılı zihnin Doğu’yu incelemesi, nesnesi olan Doğu’yu ötekileştirmesiyle coğrafyalar arası kültürel farklar üzerinden kendisini tanımlamaya çalışmıştır. Ancak, bu tanımlama her zaman taraflı ve kendini yücelten bir tutum içinde olageldi.

İKTİDAR VE DEĞER BİÇME

İktidar kurmaya çalışan tarafın kendini tanımlamak için kullandığı, farklı ülkelerden edinilen tarihi eserler, teşhir sırasında geçmişi yeniden yapılandırıldığı için bilgi aktarımını ve bakış açılarını da yeniden yapılandırır. Sergilenen antik kültür üzerinden, ülkeler kendi kimliklerini, tarihlerini köklendirir ve kendilerine ait kültürel bir birikim yaratmayı amaçlar; bu sırada topraklarından eserleri alınmış “diğer” toplumlara değer biçilir. Bu değer; eserlerin kökeni belli olsa bile, coğrafya insanının mirası değerlendirecek kapasitede olmadığını ifade etmenin farklı bir şeklidir. Bu kurumlara tarafsız bir gözle baktığımızda ise yağma ve talana dayalı haksız bir ihtişamın gösterisini görmekteyiz.