Babalar ve Kızları: Sardunya
Yönetmen Çağıl Bocut ilk uzun metrajında bir baba ve kız arasındaki ilişkiyi sardunya sembolizmiyle ele alıyor.
Başak Bıçakİstanbul Film Festivali’nden, “En İyi İlk Film” de dahil olmak üzere pek çok ödülle dönen Çağıl Bocut imzalı Sardunya, geçtiğimiz günlerde MUBI Türkiye’de gösterime girdi. Orta-üst sınıfa mensup bir ailenin yaşadıkları üzerinden iktidar, vicdan, ahlak, sevgisizlik ve suçluluk gibi topluma ait bir dizi tohumu küçücük bir sardunya saksısına diken film, ‘sinema bahçesine’ göz kamaştırıcı bir ilk film armağan ediyor.
Bir yaz gününde, ana karakterinin içinde bulunduğu durum ve ruh haliyle örtüşen soluk bir renk paleti eşliğinde açılan Sardunya, zarif ve özenli sinematografisinin, öykünün tamamına sirayet edeceğinin sinyallerini veren bir girizgâhla başlangıç yapıyor. Direksiyon sınavı sırasında ısrarla çalan telefonuna yanıt veren Defne (İlayda Elif Elhih), babasının bir beyin kanaması geçirdiğini öğreniyor. Ancak yüzünü kısa bir süreliğine gölgelemekten ve arabayı durdurmaktan öteye gitmeyen endişesinden, babayla olan ilişkisinin marazlarını fark ediyoruz. Nitekim İzmir’e doğru yola çıktığında, her ne kadar şehrin ve mevsimin dokusuyla uyumlu bir canlanma anlatıya sirayet etse de Defne’nin ruhsuzluğu kaybolmuyor. Çünkü onun için bu yolculuk kaçtığı geçmişine, ailesine, hatıralarına bir dönüş, bir yüzleşme... Ve yumağın ne olduğunu da hikâyenin ipliğinin uç verdiği bu girizgahın peşi sıra öğreniyoruz: Bir veba gibi ailenin her yerine yayılmış bir tümör, ödipal karmaşayı havadaki kokusundan tanıdığımız bir baba-kız ilişkisi ve tüm bir izleği çevreleyen politik duruş...
Sardunya, sıcak bir İzmir yazında, cırcır böceklerinin karakterlerin seslerini bastırdığı ama iç seslerini susturamadığı bir dünya kurguluyor ve ilk bakışta yarattığı, Defne’nin geçmişini öğreneceğimiz yanılgısından hızlıca çıkmamızı sağlıyor. Çünkü bu seyahatte Defne’ye, halaya ve annesinin yokluğuna dair ‘yeteri kadar’ bilgi alamıyoruz. Söz konusu tercih, bazı anlarda karakterlerin tek boyutlu görünüm kazanmasına neden olurken öykünün, baba-kız ve iktidar mücadelesi temaları üzerindeki dikkatimizi de yoğunlaştırmamıza yarıyor. Direksiyon sınavını geçen Defne’ye, durmadan araba kullanamadığını söyleyen ve onu mütemadiyen eleştiren baba Nadir (Ali Seçkiner Alıcı), şaşırtıcı olmayan bir biçimde beyin kanaması geçirdikten sonra tümüyle kızına ihtiyaç duymaya başlıyor ki final sekansı bu muhtaçlığın en açık ifadesi haline geliyor. Kızını bir birey olarak kabul etmeyen fakat şimdilerde kendisi yeniden birey olmaya çalışan baba, doğal olarak Defne’nin karakterinin kavislerini (pek tabii kötülüğünü de) belirginleştiriyor. Babaya duyduğu öfke yüzünden İstanbul’a giden Defne’nin hayatında yankılanan ödipal karmaşa kendisini sevgisizlik olarak açığa çıkarırken, silik sevgili figürünün de açıklanmasına yardımcı oluyor.
Hikâye ilerledikçe, ana karakterimiz Defne’nin karşısında, bir tür antagoniste dönüşen babanın yarattığı bu travmatik büyüme serüvenin ayak izleri ise yine kendi geçmişinde saklı... Halasının anlattığı sardunya fidesi hikayesinden Defne’nin, sembolik olarak babasının yıllar önce ‘yetiştiremediği sardunyası’ olduğunu ve vicdani sebeplerle ilgisini, küçük kız kardeşi Yasemin’e çevirdiğini anlıyoruz. Fakat ilgi çekici olan, babayla hala arasındaki sardunya fidesi meselesinin, yıllar sonra, hala vasıtasıyla yine bir kırılmanın kaynağını oluşturması... Ailenin her yerine yayılmış tümörü, pasif bir yolla yok etmeye veyahut üstünü örtmeye çalışan baba trajik bir olay neticesinde tümden kontrolünü yitiriyor ve film, özüyle tezat anlatısını kristalize etmeye başlıyor. Bu noktadan itibaren polisiye bir görünüm kazanan Sardunya, babayla Defne’nin çatışmasını derinleştirirken, nüfuz sahibi aileler ve bürokratik tercihler üzerinden vicdan terazisindeki safını da netleştiriyor. Tansu Biçer’in canlandırdığı polis karakterinin, adli bir meselenin ortasında sorduğu zeytinlerin akıbeti ise bu çürümüşlüğünün nefis bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Kolaylıkla yetişen bir bitki, o kadar da kolay yetiştirilemeyen çocuklar, hata yapan babalar, anneler, kopan veya bir daha onarılamayan bağlar... Sardunya, yer yer anlatıyı yoran ve akışı bozan kesmeler göz ardı edildiğinde, parlak bir baba-kız öyküsü olarak fazlasıyla tatmin edici... Çağıl ve Çağlar Bocut’un hünerli ellerinde ve Orçun Özkılınç’ın incelikli görüntü yönetimiyle leziz bir ilk film olarak şansı fazlasıyla hak ediyor.
Puanım: 7/10
Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com