Aurasını yitiren bir kent: İstanbul

İstanbul’un kontrolsüzce sığınmacılar tarafından istilaya uğraması kentin dokusunu yok ettiği gibi kentte yaşayanları da mutsuzluğa sürükledi.

Nazife Güngör

Dünyanın en güzel kentlerinden biri İstanbul, hatta en güzeli. Sokaklarında dolaşırken zaman tünelinde yolculuğa çıkmış gibi hissedersiniz. Her bir sokağı, semti başka bir zamanın öyküsünü anlatır. Her açıdan ayrı güzeldir Boğaz manzarasını seyrediş. Her köşeden ayrı şiir dokunur yüreğinize ve ayrı şarkı ses verir kulaklarınıza. Evde birkaç saat geçirmeye kalktığınızda her köşesinden size seslenişini duyar gibi olursunuz İstanbul’un. Koşarsınız dayanamayıp çağırışlara... 

PEKİ YA ŞİMDİ?

Bütün bunlar mazide kaldı. Şimdilerde bir göçmen ve sığınmacı kenti haline geldi İstanbul. Meltemle karışık tatlı çağrışın yerini bağırışlar, kavga ve gürültü aldı. Beyoğlu’nda tarihten kesitlere dalarak gezinmek mümkün değil artık. Kafa dağıtmak için İstiklal Caddesi’nde gezintiye çıkmayı aklınızdan bile geçirmeyin. Caddeye çıktığınız an acayip bir kalabalığın itiş kakışlarıyla bir yerlere sürüklenirsiniz ve bir an önce o gürültü, patırtıdan kurtulmaya çalışırsınız. Bu sürükleniş, kentin kontrolden çıktığının en önemli kanıtlarından olsa gerek. 

Sahiller de aynı durumda. Üsküdar, Beşiktaş, Eminönü, Ortaköy, Arnavutköy, Moda vs. her yer Suriyeli, Afgan vb. sığınmacılarla dolu. Soluklanacak yer kalmadı. Kültürün, sanatın ve turizmin merkezi İstanbul şimdilerde sığınmacılar kentine döndü. Önceleri cadde ve sokaklarında gezinirken Osmanlı’ya, Roma’ya ve Helenistik dönemlere doğru yolculuk yaptığımız kentte şimdilerde kendimizi geçicilerin, yersiz yurtsuz bırakılmış yığınların kaygılı koşturmaları içerisine sıkışıp kalmış gibi hissediyoruz. Yurtlarından uzaklaştırılmış, kimliksiz bırakılmışların uğrak yeri haline gelen bir kentin aurasını yitirmeye başlamasına tanıklık etmekse içler acısı. 

Oysa her bir kent kendine özgü bir karaktere sahiptir. Her kentin kendine özgü kimliği ve aurası vardır. Bir kentin yerlileri o karakteri, o kimliği ve o aurayı kendi kişiliklerinde, kentle etkileşimlerinde ve yaşam biçimlerinde yansıtırlar. İstanbullularsa kitlesel sığınmacı istilası karşısında kentin, içerisine girmiş olduğu kaotik karaktere bürünmeye başladılar. Yüz ifadelerine yansıyan mutsuzluktan, stresten ve gerginlikten bu kaotik durumu anlamak mümkün. Ekonomik krizin, hayat pahalılığının ve alım gücünün düşüşünün bunda büyük etkisi var, ancak bir kentin kitlesel düzeyde sığınmacı istilasına uğramasının da bütün bu sorunlardaki rolü görmezden gelinemez. Ayrıca bunca ekonomik sıkıntı varken kentin kaynaklarının sığınmacılarla katlanan nüfusa dağılımı da ayrı bir sorun. On altı milyon nüfuslu bir kentin birkaç yıl içerisinde neredeyse iki katına yaklaşan nüfusu taşımak zorunda bırakılması kentteki yaşama ilişkin her tür planlamayı krize sürükler. Bu krizin yansımalarını da kentliler etkili bir biçimde hissediyorlar. Asgari ücretin 5 bin 400 lira olduğu yerde, kiraların 20 bin liraya dayanmasında kent nüfusuna plansızca eklenen bu kitlelerin de etkisinin olduğunu düşünmek gerekiyor. 

Dolayısıyla kültür, sanat ve turizm merkezi olan İstanbul bugün kent sakinlerinin kaçıp kendilerini kurtarmaya çalıştığı, ülkeye döviz akışı sağlayan turistlerin yerine kentin sokaklarını yoksulluk ve açlıkla savaşan göçmenlerin doldurduğu, gerginliğin ve şiddetin eksik olmadığı tuhaf bir yer haline geldi. 

Bir yerde huzur kaçmışsa orada kültür ve sanattan da eser kalmamıştır. İstanbul bu yanıyla da ne yazık ki bir kimlik ve aura yitim tehlikesi altındadır. Çözümse kentin bir an önce sığınmacı kitlelerden arındırılması ve kendi özüne dönmesinin sağlanmasıdır.