Aşk, unus mundus ve Jung
Leyla’yla Mecnun’un başına gelen aşkta olan şey, içtekinin dışsallaştırılışı veya yansıtılışıdır. Bu yansıtma işi nasıl gerçekleşiyor, bunu anlamak gerçekten kolay değil. Bir tür mucize.
Ayşe AcarAnalitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un temel kavramlarının başında “kendilik” gelir. Bilinçdışının ana arketipi olan “kendilik”, Sokrates’in “daimon”, dini geleneklerin “rab” dediği şeydir.
Jung’un gündemine aldığı “kendilik”in majör imgeleri dinsel bir değer taşımaktadır. Dinsel deneyim, bir tür enerji merkezi olarak tarif edilebileceğimiz arketip enerjilerinin açığa çıkarılışıyla olanaklıdır. Jung’a göre dünya dinleri ve gece rüyaları aynı kaynaktan, bilinç dışından gelmektedirler.
Jung, “kendilik”ten söz ederken simyacılardan etkilenerek dağarcığına aldığı “unus mundus”u da dikkatimize sunar. Unus mundus, olasılıklar dünyasıdır. Tüm insan deneyimlerini, geçmiş ve gelecek eylemlerini kuşatan ve onlara kaynak olan bu olasılık dünyası aynı zamanda yüksek bir deneyimin adıdır. (*) Deneyim kişisel kendilik ile evrensel kendiliğin kavuşmasıdır, kutsal evlilik ya da vuslat denilen şey.
Bu deneyim Uzakdoğu’da “bireysel atman”, “evrensel atman” veya “bireysel tao”, “evrensel tao” ilişkisidir. Benzer tanımlar İbni Arabi’de “ilahi ben”, “beşeri ben” olarak karşımıza çıkar.
İslam tasavvuf geleneğinde “seyr-i sülük” olarak adlandırılan “kendini bulmak, kendini bilmek” denilen bu serüvende sözü edilen unus mundus deneyimi yani kavuşma hali gerçekleşmeden insanın yaşamda kalıcı bir tatmin bulamayacağı söylenir. Sürekli bir boşluk hali, o boşluğu tüm çabalara rağmen dolduramama, bitmeyen bir eksiklik, tüm bunlar insanın “kendilik”le karşılaşma deneyimi yaşamadığını bize söylemektedir.
Eksikliğin giderilmesi, boşluğun doldurulması için ötekini devreye sokmak sıkça başvurulan bir yönelimdir. Ama “Kasım’da aşk bir başka” olsa da “aşkın ömrü üç yıldır”. Bu söz, boşluğu ikili ilişkilerle doldurma girişiminin genelde başarısızlıkla sonuçlandığını bize söyler.
EBEDİ AŞIKLAR
Peki Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin’e ne demeli? Onların yaşadığı aşk bir ömür sürdüğü gibi öyküleri de bize kadar ulaştı. Demek ki kendini ötekinde bulanlar da var. Jung’un “anima” ve “animus” kelimelerinden yardım alarak durumu yorumlamaya çalışalım.
Anima erkeğin, animus kadının bilinç dışında bulunan insan biçimli arketiplerdir. Onlara ruh ikizi de denilebilir. Erkeğin arketipi kadın imgesinde, kadının arketipi ise erkek imgesindedir. Ömrü üç yıllık olmayan aşklarda yani Leyla’yla Mecnun’un başına gelen aşkta olan şey işte bu arketipin dış dünyada kişinin karşısına çıkmasıdır. Hatta karşısına çıkmasından çok içtekinin dışsallaştırılışı veya yansıtılışıdır. Bu yansıtma işi nasıl gerçekleşiyor yani kişi milyarlarca insanın yaşadığı bir dünyada kendi anima/animusunun dışardaki temsilcisini nasıl oluyor da buluyor, bunu anlamak gerçekten kolay değil. Bir tür mucize.
Mucizeye denk düşülmese de Kerem olup Aslı, Şirin olup Ferhat bulanamamış olsa da Jung, kendimize partner olarak seçtiğimiz her insanda yine de anima/animusumuzdan bazı yansımalar bulacağımızı söylemektedir. Bu bir tür kendimize ait hiç bilmediğimiz halimizi karşımıza alıp seyretmek ve kendimizle karşılaşmak gibidir. Sözü edilen unus mundus deneyimine buradan başlayıp içteki anima/animusumuza doğru yol almamız gerektiği söylenmektedir.
Son yıllarda tüm dünyada çok yaygın bir eğilim olarak karşımıza çıkan kendini arama, kendini bulma, kendini bilme biçiminde ifade edilen eğilimde -ki bir tür anlam arayışı ve varoluşsal bir ihtiyaç olduğu aşikardır- Jung’un çalışmalarının önemli ve güvenilir bir rehber olarak katkı sunacağı kanaatindeyiz.
*, John P. Dourley, Jung Mistizmine Giriş; Aşk, Bekarlık Yemini ve İçsel Evlilik, Ayna Yayınları.