Anadolu’nun tiyatrocusu: Arif Pişkin
Yıllarını Eskişehir, Anadolu sahnesine veren, bunu yapmasının nedenini “Boynumun borcuydu” diye açıklayan Arif Pişkin, şimdi tek kişilik bir oyunla, üç farklı karaktere yaşam vererek Türkiye’den yaşam öykülerini aktarmaya hazırlanıyor.
Deniz ÜlkütekinTiyatroya yıllarını vermiş bir isim Arif Pişkin. Hem emeği hem de yeteneğiyle tiyatroseverlerin hafızasında yer edinen Arif Pişkin, yıllarca Eskişehir’de sürdürdüğü emslek yaşamının ardından İstanbul’da tek kişilik bir oyunla sahneye çıkıyor.
“House of Performance”ta 24 Ekim’de prömiyer yapacak oyunu ve kariyerinde ilgi çekici anları Pişkin’den dinledik.
- “İnadına Yaşamak” oyunu nasıl ortaya çıktı?
Metin Balay’ın yazıp tasarladığı bir oyun. Bundan 25 yıl önce yazmıştı. Hikâyelerden oluşuyor. Tamamı altı öykü, üçünü seçtik. Türkiye'den üç ayrı insanı ve onların başından geçenleri görüyoruz. Birbirinden bağımsız öyküler, hepsi Türkiye’de olduğu için birleştikleri bir yer var. “İnadına Yaşamak” da oradan geliyor.
- Tüm karakterlere siz rol veriyorsunuz. Bu yapımda yer almak için sizi cezbeden neydi?
Aslında birkaç unsur var. Biri, 1994’te konservatuvardan omzun olduğum yıl sınıf arkadaşlarımla bir kumpanya kurmuştuk. İlk oyunu da Metin Balay yönetmişti. Aradan 30 yıl geçtikten sonra tekrar Balay ile yollarımız kesişti. İkincisi ise daha önce hiç tek kişilik anlatı tarzı bir oyun oynamadım. Tek başıma 80 dakika üç ayrı karakteri sahnede hiçbir dekor olmadan yansıtabileceğim bir oyun beni çok heyecanlandırdı.
‘ESKİŞEHİR’İ ÇOK SEVİYORUZ’
- Bu yenilik oyunculuk anlamında da yeni bir şeyler öğrenmenizi gerektirdi mi?
Tabii ki gerektirdi. “İnadına Yaşamak”ta da dediğim gibi tek başınayım sahnede. Başka hiçbir şey yok. Yaptığım yanlış ve doğrular bana ait. Ben bunu ilk kez deneyimliyorum.
- İstanbul'da doğup büyüdünüz sonra tiyatro eğitimi için Eskişehir’e gittiniz ve orada çok uzun süre kaldınız... Zor bir karar olsa gerek.
Evet, lisede başladım tiyatroya. Ancak bir süre sonra “Bunun okulunu okumak zorundayım ve öyle devam etmeliyim” dedim. O dönemlerde kendime şunu söyledim: Oyunculuk benim mesleğim. O nedenle Eskişehir’deki konservatuvarı seçtim. Daha ikinci yılıydı konservatuvarın. Dört yıllık eğitim sürecinde inanılmaz iyi hocalarımız ve ustalarımız oldu. Eskişehir de o zaman tam yaşanır bir kentti, hâlâ da öyle. Okumaktan başka hiçbir uğraşımız yoktu. Aklımız fikrimiz tiyatroda. Bu sayde kendimizi ve birbirimizi eğittik. Üçüncü yılın sonunda dedik ki “Biz Eskişehir’e borcumuzu ödemek zorundayız.” Kentin tiyatro tarihine baktığımızda da 1970’lerin başında yerleşik tiyatro yapılmış. 1993’lere geldiğimizde yerleşik tiyatro yok. Turneye geliyor oyunlar, hafta sonu oynayıp gidiyorlar. Böylesi büyük bir kentin yerleşik tiyatrosu olmaması bize garip gelmişti. Son sınıftayken Eskişehir Tiyatro Kumpanyası’nın temellerini atmaya başladık. Küçük oyunlar yaptık, sponsor bulmaya çalıştık.
Gençlik enerjisiyle kurulan hayallerdi. Eski bir oteli kiralamak istiyorduk, kiraladık da. Orayı kültür merkezi yapıp hem tiyatro eğitimi verecektik hem de oyunlar yapacaktık. Sonra bina ile ilgili sorunlar olunca başka yerlere geçtik. Ancak pek sponsor olmadığı için çok da uzun sürmedi. 1999’da, kaba tabirle battık. Batınca herkes dağıldı. Ben ve bir arkadaşım Anadolu Üniversitesi’ne geçtik. Üniversitede Tiyatro Anadolu diye bir oluşum vardı. O zamanın rektörü yeniden repertuvar tiyatrosu haline getirmek istediğini dile getirdi. Biz ayrılıyorduk, “Batırdık tiyatroyu artık İstanbul’a dönelim” düşüncesindeydik. Böyle bir teklif gelince “Tabii ki” dedik. Çünkü Eskişehir’i çok seviyorduk. Orada rahmetli Ergin Orbey’le Tiyatro Anadolu’yu sürekli oyun oynayan bir tiyatro yapmaya çalıştık. Sonra derslere de girmeye başladım. 2017’de de görevimden istifa ettim, köyüme döndüm.
BİR MEYDAN OKUMA
- Siz Eskişehir’in tiyatrosever kitlesi için bir efsane sayılabilirsiniz sanırım.
Valla bilmiyorum o seyircinin takdiri. Olabilir ancak biz bunu hiçbir zaman “Burada tiyatroyu geliştirelim” gibi bir düşünce ile yapmadık. Orada tiyatro yapmak bizim boynumuzun borcuydu.
- İstanbul’a geldikten sonra daha çok televizyon yapımları ve filmlere ağırlık verdiniz.
Haklısınız. Pandemiden sonra bir daha tiyatro oynamadım. Uzun süre sonra ilk defa sahneye çıkacağım.
- “İnadına Yaşamak” da bu açıdan bir meydan okuma olabilir.
Evet, heyecanlıyım ya. Bir süredir de yapmadım. Onun tedirginliği de var.
TİYATRODA ANADOLU İSTANBUL FARKI
- İstanbul ve Anadolu’daki tiyatro ortamını karşılaştırdığınızda neler söylersiniz?
İstanbul'da şöyle bir durum var. Çok kalabalık ve büyük bir kent. Burada kendinizi ifade etmek ve duyurabilmek çok zor. Eskişehir’de de şöyle bir sorun vardı biz başladığımızda, şu an yok tabii. Tiyatroyu bilmiyorlardı. İsmimiz Eskişehir Tiyatora Kumpanyası’ydı. Afişlerin altına “Her perşembe, cuma, cumartesi” yazıyorduk. Telefon ediyorlardı, “Aaa bu haftada mı geldiniz?” turne tiyatrosu zannediyorlardı bizi. O kültürü oturtmaya çalıştık ki daha sonradan Tiyatro Anadolu ve Şehir Tiyatrosu o kültürü tekrar hatırlattı. Ancak İstanbul kocaman bir orman ve bu ormanda var olmak kimi zaman zorlaşıyor. Çünkü bilet satmanız lazım, oradan para kazanmanız gerekiyor...
- Bir de İstanbul’da her alanda ilgi çekmek ve konuşulmak önemli olduğu için tiyatroda da oyun metinlerine kadar yansıyan farklar getiriyor.
Bence de. O söylediğiniz hep şuna kaymış: Ekranda görülen insanlara tiyatro yaptıralım. Orada bana bazı yerleri aksıyormuş gibi geliyor. Tabii ünlüler tiyatro yapamaz gibi saçma sapan bir düşüncem yok. Bir şeye başlarken tüm tiyatro yapımlarının, “Bir tane tanınmış birini alalım onunla tiyatro yaparız” düşüncesi oluyor hissiyatım var. Bir süre de böyle mi gidecek bilmiyorum ki. Bu da böyle bir dönemdir belki.
EVDE HİSSETTİRİYOR
- Tiyatronun sizin için anlamı ne?
Benim mesleğim oyunculuk ama genel anlamda tiyatro gerçekten benim mesleğim. İlla oyunculuk yapmama gerek yok. Perde de çekebilirim, ışık da yapabilirim. Tiyatroda daha rahat hissediyorum kendimi. Bütün birikimimi ona adadım başka bir meslek de bilmiyorum.