Anadolu'da topyekün uyanış
Zeytin Ağacı dizisi’nin Zaman Bey’ine esin kaynağı olan Sabri Salış, köken aile açılımı çalışmaları ile ulaşmak istediği asıl amacı açıkladı.
Deniz ÜlkütekinZeytin Ağacı, bu yılın en çok ses getiren dizilerinin başında geliyordu. Dizinin içeriğinin yanında izleyen hemen herkese “benim sorunlarımda çözülür mü acaba” diye sorduran Zaman Bey karakterinin varlığı Zeytin Ağacı’nın çok uzun süre konuşulmasına neden oldu.
Dizideki Zaman Bey karakteri aslında gerçek bir kişinin kurgusal dünyadaki yansıması. Sabri Salış, pek çoklarınca aile dizilimi olarak bilinse de aslında kendi oluşturduğu farklı bir yöntemle insanları kökenleriyle buluşturuyor.
Salış’ın diziyle ilişkisi yalnız Zaman Bey’e esin vermekten ibaret değil. Aynı zamanda Zeytin Ağacı’na danışmanlık da yaptı.
Kısa süre önce Doğan Novus etiketiyle Ataların İzleri kitabını yayımlayan Salış’ı ve size epey ilginç geleceğini düşündüğüm yaşamını tanımak için sözü kendisine bırakalım...
- Köken aile açılımını Zeytin Ağacı kurgusal bir yapım olarak işlemek aklınızda hep var mıydı.
Vardı tabii. 27 yıl kaldığım Almanya’dan Türkiye’ye geliş amacım o zaten. Anadolu’ya açılan bir kapı oluşturmaya çalıştım. Nihayetinde Anadolu birçok kültürün yaşadığı bir medeniyetler mozaiği. Bugüne kadar da istediğimiz şekilde bu kültürü canalndıracak çalışmalar olmadı.
- Yapmak istediğiniz, insanın kökenlerini çalışmasından çok, topyekün bir uyanış başlatmak mı?
Evet amacımız o. Benim görüşüm şu: Birçok inanç sistemi var. Hepsi bölgeseldi. Ama dünya şu an öyle bir karıştı ki biz evrensel bir dönüşüm sürecine girdik. Yeniden bir şey gelecek ve onun kapısı Anadolu’dan açılacak. Onun için elimden geleni yapıyorum. Bir lider olmayacak. Hepimiz lider olacağız. Genelde bir lider geliyor, düzen kuruyor ama o gittikten sonra sistem çöküyor. Hepimiz lider olursak sistem çökmez.
- Bu bir yandan kişisel gelişime dokunan bir şey. Kişisel gelişimin temelinde de kişinin ailesiyle doğru bağlar kurması var. O yüzden aile dizimi ve köken aile açılımı önem kazanıyor.
Aile dizimi bir ağaç gibidir. Ağacın kökünde hasar var, o hasarın da onarlmasıyla daha sağlıklı meyveler verilir gibi düşünülür. Bizim uyguladığımız köken aile açılımı daha derin. Atalarımızın bıraktığı izler var. Bu izler yara değil, bize bıraktıkları bilgelikler. Onları toprağın altından çıkarırsak yaşantımız zenginleşir. Aile dizimi yedi kuşağa kadar gider sonrasını yok sayar. Biz sonsuz ve sınırsız gidebiliriz.
15. kuşakta da bir şey yaşandıysa bu bize miras kalır. Nasıl ki annemiz şeker, babamız kalp hastasıysa ve bu genetik olduğu için bizde de görülebiliyorsa köken ailede yaşanmış bir travma bize ruhsal olarak miras kalıyor. Elle tutulur, gözle görülür bir şey olmadığı için bilimsel olarak kanıtlanamıyor. Bugüne kadar da yok sayıldı ama aile diziliminin kurucusu olarak bilinen Bert Hellinger bunu görselleştirdi. Atalarımızdan sadece travma değil güzellikleri de alıyoruz. Orada yaşanmış ve çözülmemiş bir olayı da çözersek hayatımız değişip zenginleşiyor.
- Sizin ulvi bir amacınız var ancak insanlar o amacın parçası olmak için değil daha kişisel nedenlerle size geliyorlar.
Herkes bir tereddütle geliyor. Bildiği ama değiştirip dönüştüremediği bir döngü var kişinin. Mücadele ediyor ama sürekli aynısını yaşıyor. “Ben bunu neden yaşıyorum?”u göremiyor. Gelip sorununu anlattığında kaynağının ne olabileceğini söylüyoruz. Sürekli para kazanıyor ya da kaybediyor ama paranın nereye gittiğini bilmiyor mesela. Enerji alanına baktığımızda görüyoruz ki dede iflas etmiş. Diyoruz ki “deden şurada para kaybetti doğru mudur?” Doğrudur. Eril güçle ilgili bir kayıp varsa kişide de kendi iş, para, kariyer düzenini oturtmakla ilgili sınavlar olur.
Ana konuyu, kaynağı çözdüğümüzde içinden çıkamadığı döngü değişip dönüşür. Türkiye’de erkeklerde iş, para, kariyer; kadınlardaysa ilişkiler... Ama nihayetinde kişi bir olay yaşıyor, içinden çıkamadığı için bu büyüyor ve korkular geliştiriyor. Uykusuzluk yaşıyor, tedirgin oluyor. Ses olmadan uyuyamıyor mesela, ayağı, heyecan yapınca titriyor… Bunları duyunca diyorum ki “Köken ailende, nereden göç var?”
Bu veriler toparlandığında net bir fotoğraf görülüyor. “Dedemin dedesinin dedesi, yaşadığı yere gece köy baskını olunca kaçmak zorunda kaldı.” Bu da uyursam ve bir baskın olursa yakalanırım korkusu oluşturuyor. Ayak hep sallanıyor, kaçmak için. Televizyonu bir saldırı olursa yayın kesilip haber verilebileceği için açık. Onun için mümkün olduğu kadar az uyuyor.
- Türkiye’de bu çok genel bir sorun olabilir, çünkü ülkemizde eskiden gelen bir göçebelik var…
Anadolu göçler mozaiğidir. Bir anne gibidir. Herkese kucak açmıştır.. Dediğiniz gibi Orta Asya’dan ta 12. yüzyıldan Moğollardan kaçanlar da var, yakın tarihte gelenler de var. O kaçış travmatikse iz bırakıyor. Sadece benim yaptığım çalışma hiçbir şeye yetmez. Diyelim ki uykusuzluk ve panik atak yaşayan birisi geldi. Benim çalışmamın verim verebilse 2-3 ay sürüyor. O dönem aldığı bir antideprasan ona nefes aldırıyor. Ben ona “İki üç ay çek sıkıntını sonrasında rahatla” diyemem.
- Terapiyle eş zamanlı olarak yürütülebilir mi bir çalışma yapıyorsunuz?
Tabii ki. Kişiye iyi gelecek her şeye açığız. Tek bir şeyi bile dışarda bırakamayız. Bıraktığımız andan itibaren kişiye sadece bir dokunuş yaparız diğerleri eksik kalır. Bu da kişinin iyileşme sürecini engeller.
- Deneyimlemeyen insanlar için bazı tanımlar havada kalabiliyor. İnsanlara atalarıyla temas kurdurmak örneğin. Bunu somutlaştırarak nasıl anlatabilirsiniz?
Ben kendime bine yakın açılım açtırdım. Yıllardır da açıyorum ama anlatamıyorum. Anlatılabilecek bir şey değil. Çalışmaya katıldığınız an ne olduğunu biliyorsunuz. Kitaplar var onlar okunabilir. Dizide belki izlenmiş olabilir. Bunu yaşarken gerçekten görmüş oluyorsunuz. Dedenizi temsil eden kişinin dedeniz gibi konuşması, hareket etmesi, onun dediklerini birebir söylemesi…
Babanızı temsil eden kişinin babanızla küsseniz, size sırtını dönmesi, “Görmek istemiyorum” demesi… Ne olduğunu katılanların hepsi biliyor ama onlar da anlatamıyor. Dünyaya gelmeden önce “Bunu nerede yaşarım” diye tüm şehirlere, ülkelere, anne-babalara bakarız. “Evet, bu aile bana bunu yaşatacak. Köken ailede yaşanmış çözülmeyen travmaları da çözersem ben burada büyürüm” diyoruz ama dünyaya gelince bunu unutuyoruz. Ben daha dünyaya gelmeden o babanın içki içeceğini, beni döveceğini biliyorum. Onlar benim için bir sınav. İçine girince nasıl çözeceğini bilmiyoruz. Ruhun bize gösterdiği olaylar tekamül yolculuğumuzu yaşamamızın gerekliliğini bildirir.
- Dediğinize göre siz de dünyaya gelmeden önce şifacı olacağınızı biliyordunuz. Ama dünyaya geldikten sonra uzunca bir süre buna direnmişsiniz.
Ruhsal yolculuğun oysa diretirsin, diretirsin yine başına gelir. Oğlum doğdu Almanya’da, astım hastası. şifalanıp iyileşmesi beni bu konulara taşıdı.
SEN ÜFÜRÜKÇÜSÜN
- Aslında ailenizde de şifacılık var.
Var, babam, dedem… Bizimki 14. yüzyıla kadar gidiyor. Bizde sadece erkeklerde olur, hepsi şifacıdır. Ama babanın aynı şehirde olmaması lazım. Şehir değiştirirse erkek çocuğu oluyor, değiştirmezse olmuyor. Oğlum Berlin’de doğdu. Dortmund’a gitti, gidince ona “Oğlun olacak” dedim. Bana “Ben kızlarımla mutluyum” dedi. O zaman yapacak bir şey yok. Bizde böyledir. Ben ortaokuldayken babam bana bu işe öğretmen istediğinde “Sen üfürükçüsün, yalancısın. İstemiyorum” dedim. Gelen insanların iyileştiğini görsem de kapatmıştım kendimi. “Sen bu işi yapacaksın” dedi ve yaptırttı. Küçük küçük başladım ve bir gün gördüm ki içindeyim.
- Babanızın söyleyişinde “Bunu yapmazsan başına kötü şeyler gelebilir” gibi bir hava mı vardı?
Vardı tabii. Ayak direttikçe sınavların daha sertleşiyor ve köşeye sıkışıyorsun. Benim de çaresiz kaldığım bir durumdu.
- Neler geldi başınıza?
Bedenimde ağır rahatsızlıklar vardı. Ama onları “Ben bir erkeğim, çözerim. Ben çözemezsem kimse çözemez” diye yok sayıyordum. 1988’den beri hiçbir hastaneye ya da doktora gitmedim. Kendim de bir şey yapmıyorum. Ama bir şey olduğu zaman bunun ne olduğunu, bana ne anlatmak istediğini sorguluyorum.
Bütün belirtiler ruhun bize gönderdiği elçilerdir. Şimdi bunu okuyabildiğim için ağır hastalıkların içine girmeme gerek kalmıyor. Belki inanmayacaksınız ama ben 120 kiloydum. Kendi yoluma gitmemem için yüklerdi onlar. Kendi yoluma gidince o yükleri bıraktım.
ÇÖZÜM DEĞİL DOKUNUŞ
- Peki insanlara bir farkındalık mı veriyorsunuz yoksa çözüm de öneriyor musunuz?
Ben sadece bir dokunuş yapıyorum. Kimseye “şu şöyledir, bunu yapmalısın” demiyorum. Bu dokunuşla ruhundaki bilgiyi canlandırırım, kaynağını kendi bulur, çözer.
SEMBOL ÇALIŞMASI YAPMIYORUM
- Sembol çalışması da yapıyor musunuz?
Yok. Siz oturup isminizi söylediğinizde köken ailenizden bütün bilgiler açılıyor. Benim ruhum, aile ruhum, ülke, millet, ilahiye kadar gider... Bir sembolle çalışırsam bu şu demek: Ben ilahiye inanmıyorum. O bana bilgi verecek ama “bak ağacın ruhu daha önemli.” Sembollerle çalışanlar var, doğru. Ruha inanmıyorsan hiçbir şey açmana gerek yok.