Amaç sadece ölümsüzlük mü?

İnsanlık sırf ölümsüzlük için değil, ebedi gençlik arayışında da sıra dışı yöntemlere başvuruyor.

Ömür Tanyel

Napoli’nin tarihi kent merkezinde yer alan Pio Monte della Misericordia Kilisesi pek çok sanat yapıtını da barındırır. Bunlardan biri de küçük meleklerin arasında ve bulutların içinde gökyüzünde gezen bir kadın ve ona bakmaya çalışan ama gelen ışımayla gözleri kamaşan yaşlıca bir erkeğe ait resim... Geç Barok döneminden İtalyan ressam Francesco de Mura (1698-1784) tarafından yapılan bu resim “Tithonus ve Eos”u temsil ediyor.

Yunan mitolojisinde Eos şafak tanrıçasıydı. Tithonus ise çok yakışıklı bir Truva prensi. Eos’un da sevgililerinden biriydi. Tanrıça ona âşık olmuştu ve tüm tanrıların babası Zeus’tan ona ölümsüzlük vermesini istemişti. Zeus bu isteği gerçekleştirmiş ama verilen yalnız ölümsüzlük olmuştu. Yaşlanma sürmekteydi. Homer bu söylencenin sonunu şöyle anlatır: “… O Eos ile mest olmuş şekilde yaşadı. Ama güzel başından ve asil çenesinden ilk gri saçlar dökülmeye başladığında kraliçe Eos, onu evinde tutmasına ve ona güzel giysiler vermesine karşın, yatağından uzak tuttu. Ama tiksindirici bir yaşlılık üzerine çöktüğünde onu bir odaya yatırdı. Orada durmadan gevezelik etti durdu.”

Tithonus ve Eos söylencesinin gösterdiği gibi insanlar ölümsüzlüğü pek de tercih etmezler, ebedi gençliği arzularlar. Aslında insanın bilim aracılığıyla ölümsüzlük arayışı da öncelikle bir gençleşme arayışıdır. Ölümden korkuyoruz ama işlev kaybından, bağımlılıktan, fiziksel ve cinsel çekiciliğin, yeteneğin azalmasından daha fazla endişe duyuyoruz. Fiziksel güzelliğin, en azından gençliğin kaybı, çoğu zaman bazı zihinsel değişimlere ve çöküntüye neden olur. Yaşlı insanlar bu depresif etkenlerin üstesinden gelmeyi başardıklarında da yaşlanmayı inkâr ederler. Bu şaşırtıcı değil, çünkü çağdaş Batı kültüründe yaşlılığa atfedilen toplumsal anlamlar büyük ölçüde olumsuzdur. Peki, ya ölüm kapıdaysa ve kişinin yeterince yaşamadığı ya da daha uzun süre yaşaması gerektiği düşünülüyorsa ne olacak? İşte o zaman söylencelerden gerçeğe, 1966 yılına geliyoruz.

Nisan 1966’da Los Angeles’ta kimliği belirsiz, orta yaşlı bir kadın, ölümünden yaklaşık iki ay sonra sıvı nitrojene yerleştirildi ve bir morgun buzdolabında donma noktasının biraz üzerinde bir sıcaklıkta saklandı. İleriki yıllarda insan yaşamı daha uzatılabilirse çözündürülebilir ve kaldığı yerden yaşama devam edebilirdi. Bu tarihe geçmiş ilk dondurarak saklama olayıydı. Olasılıkla o zaman yeni keşfedilmeye başlayan “dondurma” yöntemi epey ilgi çekmişti ki ABD’de konuyla ilgili üç şirket kurulmuştu. Ancak yakınları belki de dinsel inançların etkisiyle bir yıl sonra kadının buzlarını çözüp gömmeyi tercih etti. Aynı yıl bu kez bir psikoloji profesörü olan James Bedford yakalandığı amansız böbrek kanseri nedeniyle ölünce vasiyetinden dondurulması için ayrılmış bir meblağ çıktı. Dönem şartlarına göre dondurularak saklanan Bedford halen bu işlemle en uzun süredir saklanan kişi unvanına sahip. Çünkü 60’lı ve 70’li yıllarda dondurulan bazı bedenler sonradan yakınlarının karar değişikliği ile çözündürülüp gömülürken bazısı da teknik sorunlar nedeniyle istemeden çözülmek durumunda kalmıştı. 

“Cryonics” adı verilen bu dondurma işlemi üzerinde bilimsel, dinsel ve sosyolojik tartışmalar devam ediyor. Zaman içinde dondurmada kullanılan teknikler değişse de çözme aşamasının ne zaman ve nasıl olacağı konusunda bir bilgi ve deneyim hâlâ yok. Yalnız bir ümit üzerinde gelişen işlemin fikren ilk çıkış noktası da aynı zamanda kriyonik hareketinin babası kabul edilen Robert Ettinger tarafından yazılan “The Prospect of Immorality” (Ölümsüzlük Olasılığı, 1962) kitabıdır. Kendisi, iki eşi ve annesini de dondurarak saklatan Ettinger aynı zamanda kurduğu “Ölümsüzlük Cemiyeti”nin de başkanıydı.

Dondurma işlemi günümüzde üçü ABD’de, biri Rusya’da olmak üzere dört merkezde yapılıyor. Tüm bedeni veya yalnız kafanızı dondurtarak süresi belirsiz bir gelecekte çözünmek için saklatabiliyorsunuz. Ancak dediğimiz gibi çözündükten sonra siz, siz mi olacaksınız belli değil. Çünkü işlem resmi olarak beyin ölümü gerçekleştikten hemen sonra yapılabiliyor ve bu süreçte hücrelerinizin ne durumda kaldığına ilişkin bilimsel bir bilgi yok. Dondurma seçimi genelde “erken” ve günümüzde “çaresiz” olduğu düşünülen hastalıklardan dolaylı ölümler için tercih ediliyor. Beyin kanserinden ölen ve dondurulan iki yaşındaki Taylandlı kız çocuğunun çarpıcı belgeseli de 2018 yılında yayınlandı ve Netflix platformunda “Hope Frozen” ismiyle yer alıyor. Her ne kadar şu an sadece bir “umut”dan ibaret bir işlem olsa da kafanızı dondurmak için 80 bin, tüm vücut için 100 bin dolar civarında parayı gözden çıkarmanız gerekiyor.

İnsan hep en mutlu haliyle kalmak ister. Kendisi ve sevdikleri için ölümsüzlük arayışı da hep bu ve benzeri zamanları yaşamak için değil midir zaten? Tüm sevdiklerinizin ve tanıdıklarınızın olmadığı bir dünyaya yeniden gözlerinizi açmak mutluluğu mu, şaşkınlığı mı yoksa depresyonu mu beraberinde getirecektir, bilinmez. Arjantinli yazar Jorge Luis Borges de “Ölümsüz” adlı eserinde ölümsüzlük düşüncesini  mantıksızlık ve korkuyla bağdaştırmış ve şöyle demiştir; “Ölümsüz olmanın çok dikkate değer bir yanı yoktur. İnsanlık dışında tüm yaratıklar ölümsüzdür, çünkü ölüm hakkında hiçbir şey bilmezler. İlâhi, korkunç ve anlaşılmaz olan ise kendini ölümsüz sanmaktır.”