Aklın bölünmesi

Şizofreni dünyada milyonlarca kişide görülen ve hâlâ nedenlerine ilişkin sırları bilinmeyen bir hastalık. Popüler kültürde ve halk arasında bilinen abartılı betimlemelerin nedeni ise televizyon ve sinemada oluşturulan kurgusal karakterler.

Ömür Tanyel

Sovyetler, İkinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde Viyana'yı Nazilerin elinden kurtarmışlardı ama bu kentte yapacakları önemli bir iş daha vardı. Viyana’daki akıl hastanesini aramaya başladılar.
Orada, yıllar önce "deli" damgası yiyerek kapalı tutulan bir yurttaşlarını görmek istiyorlardı. 

Onu, kendilerine korku dolu gözlerle bakar bir durumda buldular. Gidebilecek durumda olmadığını görünce de en azından birkaç saatliğine açık havaya çıkarmaya karar verdiler. Dışarı çıkardıktan sonra da çevresine geçip balalaykalarını, akordeonlarını çalmaya başladılar. Amaç onu biraz olsun eski günlerine götürebilmekti, belki dans bile ettirebilirlerdi.

Şaşkınlıkla bakan adam bir süre durdu ve ansızın ayağa kalkarak kendinden beklenen o ünlü “entrechat huit” hareketini yaptı. "Entracht huit" balede bir dans figürüdür ve dansçı, ayaklarını hızla birbirine çarparak havada yükselir. En usta balet bile havada altı kez ayak çırpabilirken tek bir isim sekiz kez bunu yapabiliyordu. O kişi, Sovyet askerlerinin hastaneden çıkardığı adamdı: Vaslav Nijinski.

Nijinski 1889 yılında doğmuştu. Polonya asıllı Rus balet alanında 20. yüzyılın en büyük isimlerinden biriydi. Mükemmel virtüözlüğünün yanı sıra o dönem erkek dansçılar arasında nadir görülen bir yetenek olan "en pointe"i (parmak uçlarında yükselme) dansını yapabiliyordu. 

Temsillerde yer çekimine meydan okuyan sıçramaları hayranlık uyandırıyordu. “Le Spectre de la Rose” (Gülün Hayaleti) balesinin sonunda sahnede yer alan pencereden çıkarak oyunu bitirmesi adeta "uçarak gitti" havası vermekteydi.

Nijinski’nin, kariyerinin zirvesindeyken yaptığı Amerika turnesi sırasında bazı şeyler ters gitmeye başladı. Düşünceleri bulanıklaşmakta ve hareketlerini şaşırmaktaydı. Hatta ünlü piyanist Arthur Rubinstein, beraber yer aldıkları bir gösteride onun bu kafa karışıklığını görünce gözyaşlarını tutamadı. 19 Ocak 1919 günü Vaslav Nijinski, son kez halkın karşısına çıktı ve sonrasında çok korktuğu hastane ve tedavi süreçleri başladı.

Sanatçı, aldığı şizofreni tanısıyla 30 yıl yaşadı. Sanatını son kez cepheden gelen Sovyet askerlerine sergilerken mutluydu. O hâlâ “adeta havada uçan Nijinski”di. Hasta da olsa bir şey değişmemişti.

ŞİZOFRENİ FARKINDALIK GÜNÜ

Geçen ayın 24’ü Dünya Şizofreni Farkındalık Günü’ydi. Dünya çapında 21 milyondan fazla insanı etkileyen, ülkemizde 700 bini aşkın tanı almış kişi olmasına karşın bazı yönleriyle hâlâ bilinmezliğini koruyan bir rahatsızlıktır şizofreni. Algı ve gerçeği değerlendirme yetisi bozukluklarından içe kapanma, izole olma gibi durumlara dek giden pek çok bulgu ve belirtisi olabilir. 

Adını da eski Yunanca kelimeler olan “s’chizein” (bölünme) ve “phren” (akıl) kelimelerin bileşiminden almaktadır. Aklın bölünmesi olarak açıklanan durum başlarda “erken bunama” olarak kabul edilse de sonrasında çok farklı bir hastalık olduğu kabul edilmiştir.

ÜNLÜ ŞİZOFRENLER

Şizofreni hakkında bildiklerimizin neredeyse tamamı ise son 200 yılda ve ağırlıklı olarak 20. ve 21. yüzyılların sonlarında öğrenilmiştir. Oyun teorisi ile bilinen Nobel ödüllü matematikçi John Nash, Fransız halk kahramanı Jeanne d'Arc ve Pink Floyd grubunun kurucularından Syd Barret ilk anda akla gelen bu hastalık tanısını, yaşarken veya sonradan almış isimler.
Şizofreni nedeniyle yaşamının önemli bir bölümünde hastanede yatan sadece Nijinski değildi. Camille Claudel de, her ne kadar yapıtları ustası ve sevgilisi ünlü heykeltıraş Rodin’le yaşadığı aşkın gölgesinde kalsa da yaşamının son 30 yılını bu teşhisle hastanelerde geçirmişti. Nijinski ve Camille’nin asıl ortak dramı ise hastalıklarından dolayı damgalanarak tecrit edilmeleriydi.

SİNEMANIN OLUMSUZ ETKİSİ

Ne yazık ki şizofreninin toplumca yanlış algılanmasında basının, özellikle büyük kitlelere ulaşan televizyon ve sinemanın rolleri de yadsınamaz. Hastalığa ilişkin abartılı tasvirler içeren senaryolar izleyicinin kafasında yıllar içinde neredeyse “en korkunç” hastalık gibi bir algı yaratmıştır. 

“Psycho”daki Norman Bates karakteri filmi 1961 yılında Akademi Ödülleri’ne ulaştırırken günümüze dek gelen “şizo!“ bakış açısının oluşumunda önemli pay sahibi oldu. Yakın dönemden “Donnie Darko” filmi ve “Yellowjackets” dizisi de benzer klişe ve genellemeye dayalı sahne ve karakterlerle geleneği devam ettirdi.

Kritik konu bu tanıyı alanların "damgalanmamasıdır". Unutulmamalıdır ki bu hastalık bir zekâ bozukluğu değildir. Üstün zekâlı ve yeteneğe sahip bir kişi de bu tanıyı alabilir. Amaç doğru tanı, tedavi ve bakım şartlarına ulaşabilmektir.