Akdeniz'in saklı cenneti: Kaleköy
İsterseniz tekneyle gelin koylarında yüzün, isterseniz, gün boyu yavaş yavaş huzur dolu sokaklarında dolaşın. Kaleköy sizi her halinizle kabul eden bir cennet köşesi.
Aylin Yılmaz
Ben
gezerken, gezdiğim yerin bazen bir yemeğine, bazen tarihine, bazen
sakinliğine, bazen kalabalığına ya da festivaline
takılabiliyorum. İyi bir gezi yazarı, gezdiği yerleri öyle
anlatmalı ki okuyucu da yazarla sokak sokak geziyormuş gibi olmalı
ya da oralara gitmek istemeli, değil mi? Amin Maalouf’un dediği
gibi “Uzaklara gitmek, denizler, sınırlar, ülkeler, inançlar
aşmak fırsatı çıktığı zaman hiç duraksama”. Evet fırsat
çıktığı an kaçtığım bir yerden başlamak istiyorum,
Kaleköy!
Antalya’dan 165 km uzakta olan bu beldeye
arabayla yaklaşık 3-3,5 saatte gidebiliyoruz. Cumartesi iş çıkışı
yanımıza mayo, kitap ve en rahatından giysiler alıp, soluğu
akşam yemek masasında alabiliyoruz. Antalya’nın Demre ilçesi
yakınlarında Üçağız (Theimiusa), Kaleköy (Simena) ve bunların
karşısında yer alan Kekova adasından oluşan bölgeye Kekova
deniliyor.
Kaleköy, tarihi adıyla Simena antik kenti, bu
bölgede yer alan sevimli, küçük balıkçı köyü. Karaya bağlı
olmasına rağmen buraya karadan ulaşım yok, Üçağız’dan
teknelerle beş dakika içinde varıyorsunuz. Tarihi öneminin
yanında, huzur hâkim burada.
“Tatilde kitabımı alır,
bol deniz, bol güneş, sakinlik ararım” diyorsanız işte sizin
için ideal bir ada. Dar sokakları, rengarenk çiçekleri, pırıl
pırıl denizi, miskin miskin uyuyan kedileri, kocaman gözlü,
akıllı çocukları ile buraya tekrar geleceğim ya da hiç
gitmeyeceğim cinsinden. Benim aklıma gelen ilk şey, burada bir ev
tutup bütün gün kitap okumak oldu. Muazzam manzaraya kendimi
bırakmalıyım. Buranın insanlarıyla dost olmalı, karışmalıyım
aralarına.
Burada insanın içi sıcacık oluyor ve kalbi sevgiyle
doluyor. İlk bakışta aşk ve bir daha bırakmak yok!
Şehrin
hızlı kurmacasından kaçmanın ve tam anlamıyla huzur dolu bir
tatilin karşılığı, bu nefis köy olmalı. Nerede kalmalıyım,
ne yemeliyim diye düşünmeyin, hiç önemli değil. Hepsi
birbirinden muhteşem, hepsi cıvıl cıvıl, hepsi tertemiz mis gibi
mekânlar... Her birine Kaleköy’ün sükuneti yansımış
sanki.
Eşimle beni, Hasan ve Nilgün çifti misafir etti.
Onlar artık bizim dostlarımız. Akdeniz insanın samimi
sofralarında bir yol bulduk dostluklarımıza. Hasan’ın
yakaladığı tadına doyulmaz balıklardan yedik. Dolunayda
sohbetlere daldık. Biz dönmek, onlar göndermek istemedi.Yine orada
tanıştığımız Emine ve Hatice’in adanın arkasında mis gibi
doğada odun ateşinde yaptıkları kahve ve havuçlu kek dünya
döndükçe damağımda mutlu bir tat olarak kalacak.
Ayrıca
Kekova Adası’ndaki Batık Şehir (Dolichiste Antik Kenti)
kalıntılarını görmek sizi çok heyecanlandıracak. Seçenek
olarak isterseniz tekne ile açılıp hem Batık Şehri görüp hem
de eşsiz koylarda yüzebilirsiniz. Hatta tatilinizin bir gününü
bu deneyime ayırmalısınız. Burada yüzdüğünüz koylar iddia
ediyorum dünyanın en güzel denizi. Ben Kaleköy’e gelince yavaş
hareket etmeyi seviyorum.
Ama buraya cıvıl cıvıl teknelerle günübirlik gelmek de mümkün. Yani tekneyle gelip, kalmadan, tiyatrosunu, antik mezarlarını görüp gidebilirsiniz. Tercih sizin, ama bana sorarsanız, gelin kalın derim.
Buranın
her köşesinde huzur, keyif, sohbet var, ev yapımı adaya özgü
meyve dondurması var, lezzetli sofralar, tazecik balıklar var, ara
vermek var, kitap var… Ne yok derseniz? Acele etmek, yetişmek,
makyaj, uygun giyinmek, trafik yok… Ben bayıldım buralara, aşık
oldum… Kaçmak, yok olmak istiyorsanız çantanıza iki kitap, iki
bikini, iki tişört, iki şort ve biricik sevgilinizi alın, iki gün
kaçın şehirden.
Sevgiyle…