Ada Sanlıman: 'Caza ruhumu veririm'
İstanbul caz sahnesinin sesi ve vokal tarzıyla kendine has ismi Ada Sanlıman ilk teklisi “O günler” ile Ferdi Özbeğen ve Selda Bağcan tarafından seslendirilen şarkıya yeni bir yorum getiriyor.
Ali Deniz Uslu / Cumhuriyetİlk tekli çalışmasının ve ilk klibinin heyecanını yaşayan Ada Sanlıman her şeyin içinde cazı duyuyor. Yoğun, havada asılı kalan ve derin bir sesi var ama müziğinin yalnızca cazın içinde değerlendirilmesini istemiyor. Müziğiyle tanışmak için de dinleyicileri sahnesine davet ediyor. Ada Sanlıman, daha önce Selda Bağcan’ın ve Ferdi Özbeğen’in seslendirdiği “O Günler”i farklı yorumuyla müzikseverler ile buluşturdu. Sözleri Ülkü Aker imzasını taşıyan şarkının düzenlemesini ve prodüktörlüğü Genco Arı’ya ait. Sanlıman’ın bu çalışması bir ilk tekli ve ilk klip için de oldukça iddialı ve doyurucu. Sanlıman kontralto sesiyle caz, R&B, soul gibi farklı müzik türlerini harmanlama konusundaki hakimiyetiyle, çıktığı yolculukta hız kesmeyecek gibi görünüyor.
İşte yeni heyecanına dair
anlattıkları…
Müziğe doğmak, müzikle büyümek,
onunla yaşayıp ona inanılmaz bir emek harcamak… Bu hikayeyi
kırılma noktalarıyla sizden de dinlemek isterim.
O
zaman başa sarayım biraz. Oldukça müzikal bir evdi benim içine
doğduğum. Ama öyle uyanınca kibar kibar klasik müzik dinleyip,
yemeğe geçerken caz, uyku zamanı new age dinlerdik gibi bir
hikayem yok. Her şey çalardı evde. Blues, caz, klasik, dünya
müziği, özgün müzik, her şey… İnsan çocukken maruz kaldığı
müziği seçemiyor ve ben iyi ki güzel müziklere maruz kalmışım.
Ailemin müziğe olan ilgimi, müzik kulağımı keşfetmesi zor
olmadı; her ikisi de ne gerekiyorsa yaptılar. Piyano dersleri
olmazsa olmazdı. Korolar, piyano dersleri ve okul hep paralel
ilerledi. Asıl enstrümanımın sesim olacağını anlamaları da
çok uzun sürmedi. Zaten eğitimimi de sonrasında bu yönde aldım.
Kırılma noktası diyebileceğim bir şey var ki çok paradoks
aslında. Orta okulda ailemin beni tanıştırdığı hocalardan
birinin bana, “caz diye bir müzik yoktur, tek müzik klasik
müziktir” demesi oldu.
Caza böyle dümen
kırdınız demek?
Caza herhangi bir dönemde dümen mi
kırdım, yoksa her şeyin içinde cazı mı duydum bilmiyorum!
Sevdiğim ve hayranlık duyduğum seslerin hepsi cazdan geliyor. Nina
Simone gibi veya Ella Fitzgerald ve Sarah Vaughan gibi eski ikonik
sesler dışında daha günümüzden Norah Jones’lar, Melody
Gardot’lar ve de elbette Amy Winehouse gibi müthiş sesler…
Baktığınızda, hepsi caz geleneğinden geliyor ve kimisi caz
standartlarını benzersiz yorumluyor ama eninde sonunda hepsi
Soul’da buluşuyor. Ben cazın Soul ve Blues tarafına ilgi duydum
hep. Cool Caz ilgimi çekmiyor örneğin ya da Fusion ve Free Caz..
Caz, pür, orijinal ve otantik olduğu zaman bir şey ifade ediyor
benim için. Cazın en temelindeki, en köklerindeki koyuluğu ve
yoğunluğu duyduğum zaman caza ruhumu veririm, o da bana kendi
ruhunu verir. Yani Blues hatta Gospel benim ruhuma en benzeyen
yüzleri cazın.
Patti Smith’i özel olarak
sevdiğinizi biliyorum. Sizin için neleri ifade ediyor?
Patti
Smith bu dünyada bize insan olmayı hatırlatıyor. Punk dediğimiz
şey itiraza dayalı zaten. Başında neyseniz sonunda da o
olmalısınız. Patti Smith bunu yapıyor. Hala rahatsız, hala
gezegenle derdi var, didişiyor, öfkesi yatışmıyor. Ama bir o
kadar da, yaptıklarıyla tutunacak bir dalımız varmış gibi
hissettiriyor. Onun öfkesini kendiminkine benzetiyorum.
Barışçıllaşmasını istiyorum bu öfkenin ama daha çok yolum
var.
Yoğun, havada asılı kalan, dinleyene işleyen
bir ses renginiz var. Melankoli yükü de ağır. Hatta bazen
sözlerden bile fazlasını anlatıyor gibi. Ne dersiniz?
İnsan
kendi sesini ya da ses rengini bu şekilde görebilir mi emin
değilim. Sahnedeyken, gerçekten o andayken hissettiğim bazı
duygular var. Tam da sizin tarif ettiğiniz gibi. Dışarıdan
bakıldığında sert duran ve genel olarak tavırlı ve direkt
birisiyim. Şarkı söylerken kendimi bir ölçüde açıyorum ve o
melankoli ya da hüzün açığa çıkıyor sanırım.
İlk single çalışmanız “O Günler”i de klasikleşecek şekilde
yorumlamışsınız. Bu şarkının sizdeki anlamı nedir, nasıl
seçtiniz?
Ne güzel bunu duymak! Öyle güzel yorumlar
geliyor ki çok mutlu oluyorum. İnsanların bu şarkıyı benim
yorumumla hafızalarına yerleştiğini söylediklerini duydukça
sevincim daha da artıyor. Ben bu şarkıyı biraz “havalandırdım”
sanırım. Üzerindeki sisi ve bulutu biraz araladım. Biraz ısıttım
ve şarkının içine biraz daha ışık ve güneş girdi. O günler
artık yabancı gibi değiller…
Pek çok mekanda,
ülkede, şehirde sahne aldınız. Caz, İstanbul’un da ruhunda
yaşıyor. Bu şehrin tüm bu kaosu, güzelliği, çirkinliği ve
vazgeçilmezliği ile caz arasında nasıl bir bağ
var?
İstanbul’un ruhunda caz var, haklısınız.
Tam da sizin tarif ettiğiniz gibi hepsi bir arada. Güzellik de,
çirkinlik de ve de tabii ki kaosu da. Şimdilerde İstanbul’la
aram biraz limoni. Çirkinleşen yüzünü sevmiyorum. Beyoğlu’ndan
koptum. Beyoğlu olmadan İstanbul çok eksik kalır. Tekrar benim
hatırladığım ve yaşadığım haline dönmesi zor görünüyor…
Fatih Akın’ın “Crossing The Bridge” belgeselini hatırlattı
bu söyledikleriniz. Seyretmek istediğim sonra da unuttuğum bir
filmdi. Hemen bulup izleyeceğim.
Şimdi ufukta
neler görüyorsunuz, ilerisi için planlar ve hayalleriniz neler?
Hiç durmak niyetinde değilim. Arayı açmadan ikinci
ve üçüncü single’ım gelecek. Zaten epey yol alındı. Elbette
konserler de peşi sıra gelecek. Hepsinin planlaması içindeyim.
Hayal kurmayı sevmiyorum galiba. Bir şeyi kafaya koymam yetiyor.
Sonrası geliyor zaten. Yeter ki umudumuzu kaybetmeyelim...