Acının ve hazzın anatomisi

Son dönemlerin en dikkat çeken mopnolog metni Hakan Kurtaş’ın oyunculuğuyla sahnede.

Meryem Parlak

Bu tiyatro sezonunun en dikkat çeken oyunlarından biriydi “Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım”. Çağının getirdiği travmalarla daha çocukluk yaşlarında yüzleşmiş bir adam: Thom Pain’in öyküsünü anlatan oyun sahnede tek kişilik bir monologla ilerliyor. Bu zor metnin altından başarıyla kalkan isimse Hakan Kurtaş. Cuma günü DasDas Sahne’de izleyiciyle buluşacak oyun öncesi kendisiyle Thom Pain’in iç dünyasını ve dışa vurduklarını konuştuk.

- Bana kalırsa Thom Pain nihilist bir varoluş sancısının ortasında ve seyirci aslında giriş-gelişme-sonuç akışından bağımsız bir biçimde onun dünyasına dahil oluyor. Bu da seyircinin duygusal hazırlığı zorlaştırıyor. Bu durum size sahnede nasıl yansıyor?

Korkuyu, içimizdeki ukdeleri, yaşamın anlamını ve anlamsızlığını parçalara ayıran bir metin bence. Insanlar olarak hepimizin giriş-gelişme ve sonuç odaklı hikâye aktarım alışkanlığımız var. Başımızdan geçen basit bir olayı bile böyle anlatmaya ve dinlemeye alışığız. Bu yolun daha etkileyici ve daha anlaşılır olduğunda hemfikir olmuşuz ama artık altı saniyelik bir videoya kahkaha atıp bir aşağıdaki acıklı videoya bir saniyede geçilen hızda yaşadığımız bir sanal yaşam da var. Ve o bizim duygu durumumuzu en yakından etkileyen dış etkenlerden biri oldu. Yani artık baştan sona bir saat aynı duygunun içinde kalabilmemiz pek mümkün değil, bir hikâye dinlerken ya da anlatırken. İşte tam da bu raslantısal gibi görünen bilinç akışı beni ve seyiriciyi ezberlediğimiz bir, iki duygu yerine her duyguya açık olabilecek cesarette olabilmeye itiyor. Bu ezber bozuculuk beni en heyecanlandıran şey. Evet ezbere beklentilerle gelenler için zor olabilir. Belirsizlik, hangimize sürpriz olacağını bilememek bana daha heyecan verici geliyor.

- Thom Pain haz, yoksunluk ve kayıpla yakından yüzleşmiş bir karakter ve onu sahnede canlandırmak zor olmalı. Nasıl bir ruh hali sundu size?

Her şey zıttıyla var. Acı da ironik bir neşeyle anlam kazanıyor bence. Belki herkesin kazandığı belki de herkesin aynı anda kaybettiği bir çekiliş hissi. bu zıtlıkların arasında herhangi bir duyguya asılı kalıp oradan devam etmemek benim için elbette zorlayıcı. Çünkü konfor alanı diye bir şey yok. Ait olduğum duyguya sığınıp orada kalamıyorum oyunda. Her duyguya gidip dibine kadar girmeden bir başkasına geçmek karlı bir havada okyanusta sörf yapmak gibi. Az bulunur, zor ve her oyunda başkalaşan, değişen ve gelişen bir deneyim. Hem benim hem de seyirci için ama her şekilde eğlendiğimiz kesin. 

- Thom Pain her haliyle acıyla eşleşen bir karakter. Hiçbir şeyin yolunda gitmediği, çocukluk travmalarının peşimizi bırakmadığı bir evrenden bize sesleniyor gibi. Peki sizce Thom Pain'in acısından hepimizde bir parça var mı?

Elbette. Her acının farklı halleri var hepimizde. Acıyı atlatabilmek, atlatırken onu parçalamak, onu görmezden gelmek, onunla dalga geçmek, onunla zamanında dalga geçemediğine sinirlenmek de var. Asıl mesele acıyla eşleşmek değil, duyguları hissetmekte bir sorunumuz yok bence. O duyguların bizi neye dönüştürdüğüyle ilgili hikâyeler dinlemek, anlatmak isteyen biri olmak daha yeni bir biçim sanırım. Bazen paramparça, bazen tek parça, bazen de her parça oluvermeye kendimizi açmak asıl az gösterdiğimiz ama hepimizde olan şey.

GENÇLERİ DAHA ÇOK ETKİLİYOR

“Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım”ın yönetmeni İbrahim Çiçek bize oyunun sahneye konuluş nedenlerini anlattı.

- Oyun birçok tiyatro eleştirmeni tarafından son yıllarda ortaya çıkmış en iyi monologlardan biri olarak gösteriliyor. Will Eno'nun metni neden bu kadar güçlü sizce?

Oyunu okuduğum ilk andan beri bu metni sahneye taşımam gerektiğini düşündüm. Seyircinin alışkanlık edindiği anlatım biçimlerine uymayan, bir konu veya bir duygunun üstünde tepinmeyen bu oyun insana sorduğu soruların ve aldığı yanıtlaırn etkisiyle çocukluğunuzla ciddi bir yüzleşmeye sokuyor sizi ve bu çıplak yüzleşme günlerce yankılanan kelimeleri aklınıza bırakıyor. Benim için oyun gücünü buradan alıyor.

- Oyunun metni, tabiri caizse, hafif karanlık ve umutsuz bir İngiliz mizahı da içeriyor. Metnin bu yaklaşımının ülkemizdeki izleyicide nasıl bir karşılık bulacağını düşünüyordunuz?

Oyunun Z kuşağı üzerindeki etkisi gözlemlediğimiz kadarıyla daha fazla. Kendisini sorgulayan, hayatın inceliklerinin peşinde koşan her insanın kendinden bir parça bulacağı bir oyun. “The Banshees of inisherin”, “Fleebag” gibi işlere heyecanlanan insanları gördükçe her geçen gün bu tarz metinlerin karşılık bulma olasılığını daha yüksek görüyorum.