10. yüzyılda konuşulanlar

Felsefeyi bilimin hizmetçisi gibi görmek ve bilimi teknolojiye indirgeyip teknolojideki ilerlemeden kendimize pay çıkarmak, içinde bulunduğumuz düşünsel düzeyi görmemize engel oluyor.

Ayşe Acar

İhvan-ı Safa veya Safa Kardeşleri (Musahipler), 10. yüzyılda Basra’da ortaya çıkan bir topluluktur. Temsilcilerinin kim olduğu hâlâ tam olarak bilinmemektedir. Bireysel ayak izi bırakmayan bu topluluğun dünya, insan ve Tanrı görüşü kendilerinden sonra gelen pek çok filozofu ve inanç gruplarını etkilemiştir. Onlara “arınmış kardeşler” de denmektedir.

Arınma ve kardeş olmayı inancın temel unsuru olarak kabul etmek, bugün Alevi-Bektaşi geleneğinde musahiplik kavramıyla sürmekte. Arınmış kardeşlikteki amaç özgürlüğü merkeze alan, mülkü paylaşan, eşitlikçi ve aydın bir toplum yaratmaktır. Kulağa bir tür ütopya gibi gelen bu toplum yapısını inşa etmek için İhvan-ı Safa kendi cemiyetlerinde yaş gruplarına göre bir eğitim belirlemiştir.

YAŞA GÖRE EĞİTİM

15-30 yaş aralığında insanlara kendilik üzerine eğitim verilir. İyilik, doğruluk, güzellik tohumlarının nefse ekildiği yaşlardır bunlar. Bu temel eğitimin ardından 30- 40 yaş arasında nesneye ilişkin bilgilere geçilir, nesnenin bilinmesi bilim yapılmasını sağlayacaktır. 40-50 yaş arasında insanların kavraması gereken konular metafiziğe ilişkindir. “Tanrı nedir” sorusu ancak bu yaşlarda ve önceki eğitimlerin alınmış olmasından sonra anlamlı olacaktır.

50 yaş ve sonrası içinse tüm bu aşamalardan geçen insanın bir değer varlığı olarak kendisini bilmesi ve insanlığa hizmet etmesi beklenmektedir.

Her fırsatta ehli beytin öneminin altını çizen, pek çok disiplin üzerine toplam 52 risale (kitapçık) yazarak ansiklopedi oluşturan Safa Kardeşleri bu kitapçıklarla kendilerinden sonra gelen entelektüel çevrelerin oluşmasına büyük katkı sağlamış ve böylece hedefledikleri gibi insanlığa hizmet etmişlerdir. Hizmetin ne düzeyde olduğunu anlamak için sözü edilen çevrelere bakmak lazım. Nasıl çevrelerdi bunlar? 10. yüzyılda zihinleri nelerle meşguldü, neler konuşuyorlardı? Sadık Usta’nın dikkatimize sunduğu 10. yüzyıl şöyle:

“Sene 987. İbn Sina 17, Biruni ise 25 yaşındayken tartıştıkları konulara bakın: Işığın hızı ne kadardır? Işığın, ısısının kaynağı güneş midir? Temel elementler birbirine nasıl dönüşür? Güneş ışınları madde midir? Kabuğu pürüzlü ve hareketli olduğuna göre acaba yerküre birdenbire değil de zaman içinde mi oluştu? Dağların nedeni depremler midir? Dağların tepesinde deniz kabuklarının bulunması bir zamanlar yeryüzünün denizlerle kaplı olduğunu göstermez mi? Acaba yerküre düz değil de yuvarlak mı? Kuzey ve güney kutupta yaşayan canlı var mı? Acaba yerküre kendi ekseninde mi dönüyor? - Evrende başka dünyalar ve canlılar var mıdır?” (*)

İNSANLIK İLERLİYOR MU?

Tarihin her açıdan gelişmeye doğru ilerleyen bir çizgiyi izlediğini düşünüp bizden önce yaşamış insanlara kıyasla daha yetkin bir zihne sahip olduğumuzu düşünebiliriz. Bu her konuda doğru değil. Felsefeyi bilimin hizmetçisi gibi görmek ve bilimi teknolojiye indirgeyip teknolojideki ilerlemeden kendimize pay çıkarmak içinde bulunduğumuz düşünsel düzeyi görmemize engel oluyor. Akıllı cep telefonu kullanmakla aklın işlevinin yerine getirildiğini sanmak uykuda görülen tatlı bir rüyadan ibaret. Uyurken kendimizi uyanık zannediyoruz. Bu bir tür gaflet uykusu. Safa Kardeşleri’nin dediği gibi “gaflet uykusu cehalet sarhoşluğundandır”.

Pir Sultan Abdal’a kulak vermeli:

“Uyur idik uyardılar

Diriye saydılar bizi

Koyun olduk ses anladık

Sürüye saydılar bizi.”

KAYNAKÇA

* Sadık Usta - Dünyayı Değiştiren Düşünürler 5, Epsilon Yayınevi.