Yalnızlık hapishanesi...
Yalnız olmak çoğu zaman bir seçimken, yalnızlık psikolojik bir fenomendir. Onlarca insanın ortasında ya da bir ilişki içindeyken de yalnız hissedebilir insan kendini.
Alper HasanoğluÇizen: Özge Ekmekçioğlu
Yalnızlık her yerde hissedilebilir. Başka insanların arasında, işte ve hatta aile içindeyken bile. Biriyle yakın olmak temel bir ihtiyaçtır ama yalnız olmakla yalnızlık çoğu kez birbirine karıştırılır. Yalnız olmak esasen kötü bir şey değildir. Bazıları daha çok, bazıları daha az olmak üzere, her insan kendini geri çekmeye, yalnız olmaya ihtiyaç duyar zaman zaman. Yağmur Ormanları’nda araştırma yapan bir biyoloğu düşünün ya da antrenman yapan dağ bisikletçisini, ‘Veba Geceleri’nin son düzeltmelerini yaparken Orhan Pamuk’u.
Duygu olarak yalnızlıkla yalnız olmak, öyle gözükse de yukarıda da belirttiğim gibi aynı şey değildir. Yalnızlık duygusu sanıldığının aksine yalnız olmaktan kaynaklanmaz. Yalnız olmak çoğu zaman bir seçimken, yalnızlık psikolojik bir fenomendir. Onlarca insanın ortasında ya da bir ilişki içindeyken de yalnız hissedebilir insan kendini.
Ama yine biliyoruz ki, yalnızlıkla başa çıkmanın en kestirme ve en yanlış yolu yeni bir ilişkidir. Evliliğin derin bir yalnızlık duygusuna çare olmadığını edebiyattan da çok iyi biliyoruz oysa. Madam Bovary bu açıdan da okunabilecek bir romandır örneğin. Üstelik ilişki (evlilik olsun olmasın) bir tuzağa da dönüşebilir birçok durumda. Çünkü bağımlılığa dönüşen bir ilişki kişinin başka ilişkiler ve bağlantılar kurmasına engel olur. Başarı, ün, saygınlık da kişiyi yalnızlıktan korumaya yetmez. O ıssız duygu kişiyi karanlık bir kuyunun daha da derinlerine çeker; başarı, ün vb.’nin çaresizce peşinde koşulan durumlarda.
Yalnızlık bazen öyle yoğunlaşır ki, bedensel olarak da sarıp sarmalar kişiyi. Yalnızlık yakınlığa duyulan ihtiyaçla toplumsal gerçeklik arasındaki uyuşmazlıktır. Yakınlık arzulanır ama becerilemez. Ya da hep mesafe koyan insanlar seçilir bilinçdışı bir şekilde.
Sartre, “cehennem ötekidir,” dese de insanın gerçek cehennemi yalnızlığıdır. İnsanlarla çevrili olmak ve kendini onlara ait hissetmemek veya dışlanmış hissetmek derin bir varoluşsal acıyla sonuçlanır.
Ama elbette zorunlu olarak yalnız kalınan durumlar da vardır. Zorunlu yalnızlıklar… İnsanlarla bağı olmak, bağlı olmak kişinin kendini iyi hissetmesinin varoluşsal koşullarından biri olduğu için, öldürmek ve işkenceden sonra, insana verilebilecek en büyük ceza onu tecrit etmektir. Adalet sistemimiz sağ olsun F tipi cezaevlerini inşa ederek bu eksikliğimizi de uzun süredir karşılamaktadır bildiğiniz gibi.
Psikoterapi seanslarında gittikçe daha çok sayıda insan ilişkiye girecek kimseyi bulamamaktan, yalnız olmaktan şikâyet ediyor, yalnızlık duygusundan söz ettiklerinin farkında olmadan. Kadınlar da erkekler de birlikte olacakları, güvenebilecekleri, sevecekleri, kendilerini sevecek birini bulamamaktan yakınıyor. Yalnızlık duygusunun açtığı kapıdan giren değersizlik, içsel boşluk gibi duygular, kişinin artık kimseye güvenememesine, olası bir ilişkiye girmekten de korkmasına yol açar. Bu durum insanların mutsuz oldukları ilişkileri sonlandırabilmelerini de imkânsız kılabilir. İnsanlar yalnızlıktan korktukları için mutsuz oldukları ilişkilere saplanır kalırlar.
1984 yılında ABD’de yapılan bir çalışmada insanlara, hayatlarında güvenebildikleri kaç kişi olduğu sorulmuş. En sık verilen yanıt ‘üç’. 2004 yılında bu soruya verilen en sık yanıtsa ‘hiç’. Yani 21. yüzyılda ABD’de yaşayan insanların önemli bir bölümü, her şeylerini konuşabilecek kadar güvendikleri tek bir kişiye bile sahip değil. Bu durumun, üzerinde bulunduğumuz coğrafya için de geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca gerçek dostlukların kişiye sorumluluk yüklediğini, zamana ihtiyaç duyduğunu da düşünürsek, birçok insanın neden sosyal medya üzerinden bağlayıcılığı olmayan parasosyal mecralara kaydığını da anlayabiliriz. Yalnızlık duygusuyla başa çıkmanın başka bir yolunu bulabilmiş değil günümüz insanı. Ya da en kolay yolu bu. Sabah kalktığımızda, yüzümüzü yıkamadan Whatsapp’a, Twitter’a, Facebook’a, Instagram’a bakıyoruz. Hayatımızın o döneminde hangisi, bilinmez hangi nedenle, ön plana çıkmışsa sıralama değişmek üzere, ama çoğunlukla hepsine birden. Hiçbir şey de kaçmasın istiyoruz çünkü.
Çağımızın yakınlıktan delice korkan ama yalnızlık duygusunun getirdiği derin kederi de istemeyen bireyleri olarak ne kadar ‘like’ edildiğimizi, takipçilerimizin sayısının artıp artmadığını, evde oturduğumuz bir hafta sonunda başkalarının ne kadar eğlendiğini, eski sevgilimizin kimleri takip etmeye başladığını, kimleri ‘like’ ettiğini, kimlerle ‘arkadaş’ olduğunu, bize örtük ya da açık bir mesaj gönderen olup olmadığını kontrol ederek başlıyoruz güne.
Yan taraftaki yastık boş ya da dolu, fark etmiyor artık. Hepimiz yalnızlık hapishanesinin mahkumlarıyız…