'Kendime Notlar' kitabının yazarı Emilie Pine: 'Kendime hesap verdim ve cesur hissettim!'

Kaleme aldığı 'Kendime Notlar' kitabıyla dikkatleri üzerine çeken Emilie Pine, Cumhuriyet Cumartesi'ye konuştu. "Hepimiz farklı dozlarda kendimizi seviyor, kendimize saygı gösteriyor, özgüven ve özsaygı hissediyoruz" diyen Pine, kitabına ve hayatına dair detayları paylaştı.

Ebru D. Dedeoğlu

Emilie Pine, çocuğunun olmayışından, depresyona, menopoza kadar, biz kadınların konuşmaya en çok zorlandığı konuları tüm yönleriyle dürüstçe ortaya koyuyor.

Kadın bedeninde büyürken konuşamadığımız sessizlikler, menstrüasyonla ilgili tabular, asi ergenlik yılları ve bedenimizde kavgamız. Kısaca aile ihmali ve cinsel istismar içeren sert çocukluk yılları. Din, dil, ırk, ülke farketmeksizin biz kadınların yaşadığı sorunları ve zorbalıkları yalın bir dilde tüm açıklığıyla anlatan satırlarda mutlaka kendinizle karşılaşacaksınız.

Kendime Notlar, din, dil, ırk farketmeksizin tüm kadınların ortak yaşadığı zorbalıkları göz önüne koyuyor. Siz, ben, başka kadınlar o kadar çok yaşadığımız normalleşmiş anormallikler var ki. Yazarken kendinize bile itiraf etmekten çekindiğiniz anlar oldu mu? Tehlikeli sınırları nasıl belirlediniz?

İlk taslağı kendim dışında kalan okuyucuları düşünmeden yazmaya çalıştım, böylece sadece kendim ve sayfa dışında başka bir şey yokmuşçasına özgür hissedebildim. 2.taslakta ise okuyucular hakkında ve nasıl yargılanabileceğim veya ne kadar savunmasız olduğum konusunda düşünmeye başladım ama o zaman da ortada artık bir kitap vardı (gülüyor). Kendime “ilk taslağın cesaretini göstermelisin” dedim.

İlk taslağı yazarken kendi kendime ilk kez itiraf ettiğim şeyler ortaya çıktı. Başka insanları yaralamak ve başkaları tarafından yaralanmak üzerine. Bu tecrübelere geri gitmek biraz acı verdi ama her zaman bir şekilde üstesinden gelip sonunda daha güçlü hissettim. “Daha güçlü” diyorum çünkü kitabı yazdıktan sonra detayları biraz bırakmaya ve hafızamın normale dönmesine izin vermek oldukça iyi geldi!

Kitabınız, Yunanistan’da bir hastahanede karaciğer yetmezliği çeken alkolik babanızın sürükleyici hikayesiyle başlıyor. Sizi inciten, duygusal istismar eden birine bakmak, yardımcı olmak. Tam olarak duygunuzu anlatır mısınız?

Çok paniktim. Çok düşkün olduğum babam çok hastaydı. Çok kızgındım. Babamın alkolizmi yine hayatımı dikte ediyor ve hepimize acı çektiriyordu. Çok kararlıydım ancak ne yapacağım konusunda da hiçbir fikrim yokmuş gibi hissediyordum. Sevdiğiniz birinin bu kadar ciddi bir hastalık yaşamasına tanık olmak da size yönünüzü kaybettirebiliyor. Bazen sadece eve gidip kapıyı arkamdan kapatıp telefonumu kapatmak istediğim zamanlar da oldu. Bence bu da gayet doğal bir tepkiydi!

Bir bağımlıyı sevmek zor diyorsunuz. Özellikle bu kişi babanızsa ve narsistik özellikleri varsa.. Ki anladığım siz babasına hayran bir kız çocuğu olmuşsunuz. Babanızı affedebildiniz mi? Şimdi nasıl ilişkiniz?

Ebru, bence ikimiz de birbirimizi affettik. Ya da belki de ikimiz de her gün birbirimizi affediyoruz demek daha doğru olur, çünkü bu bir süreç. O benim olanlar hakkında yazmaya ve bunu kitap olarak bastırmaya ihtiyacım olmasına saygı duydu. Bu da bir ebeveynden alabileceğiniz tuhaf ve bir o kadar da cömert bir hediye. Ve bence şu an o elinden gelenin en iyisini yapıyor. Kitabımı bastırmak hepimizin iyi olduğu kurgusunu kırdı, ancak aynı zamanda ortaya daha yeni ve daha dürüst bir şey ortaya çıktı. Bazen dürüstlük daha zor gelebiliyor ancak ikimiz de bir şekilde bu deneyimi yaşadık ve üstesinden geldik. Şimdi sadece anlaşmazlıklar yaşıyoruz, her baba kız gibi!

Partnerınız “R” babanızın tam tersi bir seçim gibi. Babaya benzeyen seçimlerin sonunda bulunmuş farklı bir adam. Sizi siz olduğunuz için seven anlayışlı bir erkek. 40’lı yaşlarda seçimlerimizi kendimizi tanıyarak ve ne istediğimizi bilerek yapıyoruz değil mi? Belki de gerçekten kendimizi sevmeye başlamakla ilgili bu seçimlerimiz. Ne dersiniz?

Belki de ben daha kendimi görmeden beni gören birini bulduğum için kendimi çok şanslı buluyorum. 20 senedir beraberiz, beraber değiştik ve bence bu da bazı ilişkilerin başaramadığı bir şey. Bazen kendimde babamın karakterini görüyorum. Kapıyı çekip kaçmak veya köşeme çekilip kapıyı kilitlemek istediğim zamanlarda. Ve o zamanlar tam tersi yönde gitmem gerektiğini fark ediyorum, karşımdaki kişiye doğru gitmem, kapıyı açık tutmam gerektiğini anlıyorum. O zaman yalnızca bana ait kendi hatalarımı yapıyorum!

Hepimiz farklı dozlarda kendimizi seviyor, kendimize saygı gösteriyor, özgüven ve özsaygı hissediyoruz. Ben de geçmişte kesinlikle özgüvenliydim ancak özsaygıdan ve kendimi sevmekten yoksundum. Şu an bunlar arasında daha iyi bir denge kurduğumu umuyorum ve bunun da biraz yaşlanmakla ilgisi var. Kırklarımda olmanın getirdiği başka bir avantaj ise hayatımı başkalarının olmamı istediği kişiler olarak boşa harcayacak vaktimin kalmaması.

Ergenlik çağında yaşadığınız cinsel şiddet beni sarstı. Bir çok kadın sevgilisi, kocası tarafından cinsel şiddet mağduru olduğu halde anlatamıyor, şiddet olarak görmüyor ya da normalleştiriyor. Cinsel şiddet tanımını tam olarak bilmiyor muyuz?

Kadınların kendilerine uygulanan şiddeti indirgemek ve onlara verilen duygusal veya fiziki her türlü zarardan kendilerini suçlamak üzerine eğitildiklerine inanıyorum.

Bu eğitime karşı direnç göstermek ise çok zor çünkü bu o kadar içimize işlemiş ki. “Eminim böyle yapmak istememiştir” ya da “onun kesinlikle canını sıktım” ya da “başıma gelen şey o kadar da kötü değildi”. Bütün bu yanıtlar durumun içinde sıkışıp kaldığınızda ya da iyileşmeye çabalarken kısa vadede hayatta kalma mekanizmaları işlevi görebilir. Ancak orta ve uzun vadede o kadar zarar veriyorlar ki. Çünkü tecavüze uğradığınızda kafanızda onu sürekli yeniden yaşıyorsunuz ta ki hepsini sisteminizden atana ve “bu benim başıma geldi” diyene kadar. Üstelik gerçeği kabul etmek de tek başına tam bir kurtuluş sağlamıyor.

Dünya hala kadınları cinsel sınırları çizmekten ve erkekler tarafından bu sınırların ihlal edilmesinden sorumlu tutuyor. Bu bizim hatamız. Bu toksik bir şey ve buna karşı direnç göstermesi de son derece zor. Özellikle buna karşı her gün mücadele etmeniz gerektiğinde.

Çocuğunuzun olmayışını “özel bir yalnızlık” olarak tanımlıyorsunuz. Neden?

Çünkü hala İrlanda’da çocuksuz ve heteroseksüel bir kadın olmak nadir bir durum (eskisi kadar nadir olmasa da). Benim bir ilişkim var, o yüzden de çocuk sahibi olmalıyım. Mantık böyle çalışıyor! Ancak hayatımda şu an mutlu bir yerde olsam da o boşluğun farkındayım çünkü geçmişte çocuk istiyordum ve normun dışında kaldığım için “farklı” olduğumun da farkındayım. Bu konu hakkında konuşarak ve “Evet çocuğum yok, son derece mutluyum ve tatmin olmuş hissediyorum” diyerek benden sonra gelecek kadınların benim gibi hissetmesinin daha kolay olmasını umuyorum.

O döneme geri gidersek gerçekten anne olmak istiyor muydunuz yoksa bu da öğretilmiş bir zorunluluk ya da ispat çabası mıydı? Anne olmak kutsal, ilahi bir durum değilken sürekli bize empoze edilen bir zorunluluk gibi geliyor. Ne dersiniz?

Hayatımda o sevginin ve o ilişkilerin olmamasının acısını hala hissediyorum. Zor olan geri kalanı ve kendimi o rolün dışında hayal etmenin hala çok güç olması.

“Kanamak ve Başka Suçlar” bölümünde özgür dilinize, yaşadığımız zorbalıkları açıkça yazmanıza bayıldım. Maruz kaldığımız bedensel saldırılara karşı koyabileceğimiz kısmına. Fikir ilk nasıl ortaya çıktı?

O bölümü yazmayı istememin sebebi kendi bedenim hakkımda konuşurken hala çok utanıyor olmamdı! O bölüm benim kendime hesap verdiğim ve sonunda da daha cesur hissettiğim bir bölüm oldu!

Biz kadınlar yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz konusunda hep sessiz kaldık. Artık konuşma zamanı. İdealize edilen sıfır beden algısı hepimizi mahvetti ve bedenlerimizde yıllardır süren bir savaşa soktu. Yeme bozuklukları sayısı gün geçtikçe daha da artıyor. Yeme bozukluğu yaşayan biri olarak çözüm nerede? Bedenlerimizi sevmeye ne zaman başlayacağız?

Bir çözümüm yok. Sadece alternatiflerim var. Çevremde tetikleyiciler yok (diyet gıdalar, diyet yemek kitapları, tartılar, tam boy aynalar). Yürüyüş ve yoga yapıyorum. Böylece de bedenimin içinde olmanın tadını çıkarıyorum. Çıplak vücuduma “sen güçlüsün” diyorum.

Sevginin muhtemelen en çok saygıdan geldiğine inanıyorum. Bedeninize estetik bir nesne değil de fizyolojik bir mucize olarak yaklaşmak. Beden olumlamadan ziyade beden nötrleme.

Kitabı 'Korkuyorum ama yine de yapıyorum' diye bitiriyorsunuz. Çok cesurca. Sanırım cesaret de korka korka devam etmek. Ne dersiniz?

Kesinlikle katılıyorum Ebru. Cesur olmanın bir diğer yolu da bazen “dürüst” olmak. Ben dürüstlüğü seçiyorum. O yüzden cesareti seçmek zorundayım.

Son soru tüm suç erkeklerin mi? Yoksa onları topluma hazırlayan annelerin mi?

Bence hepimiz aynı gemideyiz. Gerçekten. Partnerim harika bir feminist. Bu bir toplumsal cinsiyet olayından ziyade eğitim ve siyasetle ilgili bir mesele. Kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak görülmesi kadınları olduğu kadar erkekleri de ilgilendiriyor. Ve bu sadece kadınlar. Peki yaşlılar? Ya da fiziksel ya da zihinsel engelliler? Ya toplumsal sınıf? Tüm bunlar kapitalist patriyarkanın mevcut pozisyonlarını korumak üzere onlara inanılmaz ekonomik ve statü anlamında faydalar getiren yapılar. Bu toplumsal cinsiyet değil. Suçlamamız gereken “Biz” “onlar”a karşı toplumları.