Aşk Nerede?

Yaşanamayan cinsellik ulaşılamayan maşuklar yarattı elbette ve birçok edebiyat eseri de. Bu edebiyat eserlerinin hemen hemen hepsi cinselliğini özgürce yaşayamayan insanların çektikleri acıların entelektüel telafisiydi maalesef.

Alper Hasanoğlu

Alper Hasanoğlu, Cumhuriyet Cumartesi eki için yazdı.

Bugün psikoterapi diye bir ‘şey’ varsa bu Sigmund Freud sayesindedir. Freud psikanalizi – bugün artık böyle olmasa da – cinsellik ve cinselliğin doğal olarak yaşanamaması gerçeğinin üzerine kurmuştur. 

1800’lü yılların sonu Viyana’sında hüküm süren Viktoryen kültür kadınları evlilik dışında herhangi bir cinsel ilişkiden mahrum bırakırken, erkekleri de eğer evli değillerse, genelevlerdeki kadınlarla yaşanacak cinselliğe mahkûm ediyordu. 

Bu şartlarda Freud’un, psikanalizi cinselliğin doğal olarak yaşanamaması nedeniyle ortaya çıkan ruhsal çatışmalar üzerine kurması kadar doğal bir şey yoktu. Freud’un kendisi de Viyanalı bir Yahudi olarak bu sıkışmışlıktan azade bir hayat sürüyor değildi. Ateist bir Yahudi idi ama o koşullarda Yahudi olmayan bir kadınla evlenmesinin de pek olanağı yoktu. O da tuttu, Martha’ya âşık oldu. Ama Martha’nın ailesi Freud’un ailesine göre oldukça varlıklıydı ve Sigmund’un Martha’yla evlenmesine ancak ve ancak bir muayenehane açıp para kazanması koşuluyla izin vereceklerini söylediler. 

Bu koşullarda, bırakın özgür cinselliği, evlenmek istediği – yani sevişmek istediği – kadının elini tutmasına bile izin yoktu. Evlenebilmesi, yani sevişebilmesi için para kazanan bir hekim olmak zorundaydı. Zaten çok içtiği puroyu çok daha fazla içmeye başladı. Bir mektubunda Martha’ya şöyle yazıyordu: “Seni o kadar özledim ki, dudaklarının yerine puroyu koydum.” 

1900’lere gelinirken, kadının cinselliğini bu kadar bastırmak zorunda kalması histerinin şehirli, burjuva ailelerin kızlarında çok sık görülmesine neden olmuştu ve ruhsal bozuklukların temelinde bastırılmış cinselliğin yattığı görüşü doğal olarak bu toplumsal gerçeklikten de etkilendi. 

Yaşanamayan cinsellik ulaşılamayan maşuklar yarattı elbette ve birçok edebiyat eseri de. Bu edebiyat eserlerinin hemen hemen hepsi cinselliğini özgürce yaşayamayan insanların çektikleri acıların entelektüel telafisiydi maalesef. Ama kimse böyle görmek istemedi, ne Anna Karenina’yı ne de Madam Bovary’yi. 

Psikanaliz teorisini cinsellik üzerine kurmuş olan Freud bir ateist olmasına rağmen Yahudi yaşam biçimine uygun yaşadığı için herhangi bir doğum kontrolü de uygulamıyordu. Erkeğin boşalmadan kendini geri çekmesi anlamına gelen ‘coitus interruptus’un erkeği nöroza sürükleyeceği iddiasında bulunduğu için de çok kısa süre içinde altı çocuğu oldu. Doğum kontrolü Yahudi kültürü için kabul edilemez bir durumdu, o da çareyi karısıyla cinsel ilişki yaşamamakta buldu. 

Bu kararı aldığında, yoğun bir iletişim içinde bulunduğu Berlinli hekim arkadaşı Wilhelm Fliess’e yazdığı mektupta artık ölü bir erkek olduğunu yazıyordu, çünkü artık sevişemeyecekti. Dikkat ederseniz aşk değil burada söz konusu olan. Psikanaliz kuramını libido teorisi üzerine kurmuş olan Freud’un, aşktan mahrum kalacağı için değil, bir daha cinsellik yaşayamayacağı için kendisini artık ölü bir erkek olarak tanımladığını görüyoruz. 

Neyse ki imdada Minna yetişti. Martha’nın evliliğin kıyısından dönmüş ve anne babalarının ölümü üzerine ortada kalmış entelektüel kız kardeşi. O dönemde eczanelerde bir ilâç olarak satılan kokainin de etkisiyle, altı çocuğun bakımı nedeniyle zaten ortada olmayan Martha’nın boşluğunu, entelektüel ve çekici Minna doldurdu. Geceler boyu sohbet etmelerine, İsviçre dağlarına birlikte yapılan seyahatler de eklendi. Aşk mıydı bu? Kim bilir? Ama cinsellik vardı ve Freud tekrar capcanlıydı. 

Yıllar geçti. Nietzsche’nin sevişmek için yanıp tutuştuğu ama cinsellik yaşamanın kadının entelektüel yaşamını sonlandıracağını bilen Lou Salomé, dayanamayıp genç Rainer Maria Rilke ile cinsellik yaşadıktan sonra Freud’a psikanalize gitmeye karar verdi. Psikanalizi sonlandıktan sonra Freud, ilk defa olarak erkek, doktor ve Yahudi olmayan birine psikanalist olarak çalışma izni verdi. Ayrıca Yahudi erkek psikanalistlerden oluşan kapalı bir grupla yaptığı çarşamba toplantılarına Lou Salomé’yi de davet etti. 

Almanya’da bir şehirde psikanalist olarak çalışan Salomé, her toplantıya katılamıyordu. Katılacağını söylediği ama gelemediği toplantılardan birinden sonra Freud ona yazdığı mektupta şunları yazıyordu “Gelemediniz. Sizin sandalyenize kimsenin oturmasına izin vermedim. Ve bütün gece yalnızca o sandalyeye bakarak konuştum.” 

Freud, eğer Salomé ile cinsellik yaşayabilmiş olsaydı bu duygusal satırları yazar mıydı? Benim yanıtımı biliyorsunuz. Sizce?