Polen Ekoloji Enstitüsü raporuna göre 2018’den 2022’ye tehlikeli maden atıkları ikiye katlandı

Türkiye’de altın madenleri raporuna göre en çok madenin bulunduğu il 23 projeyle Gümüşhane. Ardından 11 ve 10 projeyle Giresun ve Balıkesir geliyor.

Şeyda Öztürk

Her aşamasında doğaya zarar veren altın madenciliği, Erzincan İliç’te yaşanan siyanür sızıntısı ve geçen şubatta liç yığınının kayması sonucu dokuz işçinin yaşamını yitirdiği faciayla tekrar gündeme geldi. Polen Ekoloji Kolektifi’ne bağlı Polen Ekoloji Enstitüsü altın madenciliğine ilişkin bir rapor yayımladı. “Altın Madenleri Kapatılsın! Siyanürle Ölümün Ekolojisi” adıyla yayımlanan raporda, madenciliğin ekolojik ve sosyal yıkımlarının yanı sıra altın üretimine dikkat çekildi.

YABANCI ÇOĞUNLUKTA

Türkiye’deki altın madeni üretiminin yüzde 52’sinin yabancı firmalar tarafından yapıldığının belirtildiği raporda, mevcut 22 altın işletmesi bulunduğu dile getirildi. Projelerin başta Doğu Karadeniz ve Ege Bölgesi’nde yoğunlaştığı, arkasından İç Anadolu Bölgesi’nin geldiği belirtildi. İl bazında bakıldığında ise en çok maden, 23 projeyle Gümüşhane’de bulunuyor. Gümüşhane’yi 11 projeyle Giresun ve 10 projeyle Balıkesir izliyor. 

‘KOZA’ DETAYI

Raporda Ocak 2020 ve Nisan 2024 arasındaki çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) süreçleri de ele alındı. Buna göre, 123 altın madeni projesinin 49’u Akın İpek’in FETÖ’den yargılanması üzerine Hazine’ye devredilerek kayyum atanan Koza Altın’a ait. Koza Altın’ın hiçbir projesine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından olumsuz yanıt verilmedi.  

‘FAALİYETLER YASAKLANMALI’

Raporun sonuç bölümünde ise “Yeni altın madenlerinin açılması demek, sosyal cinayetlerin yaygınlaşması, ekosistemlerin ağır tahribata uğraması, İliç’tekine benzer yeni katliamlar ve ekokırımlar yaşanması demektir” ifadeleri kullanıldı.

Raporda şu başlıklar öne çıktı:

Madenciliğin Kadınlara Etkisi: Madencilik faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde işletme hakları gibi kazançlar, istihdam şeklinde ekonomik gelir büyük oranda erkeklere gitmekte, madenciliğin sebep olduğu sosyal bozulmalar, çevre kirlilikleri gibi negatif etkenler ise kadınların ve onların bakımını üstlendiği ailelerin üzerine yıkılmaktadır. Madencilik, kadınların sıkça emek verdiği tarım-hayvancılık faaliyetlerini sakatlamakta, ekonomik bağımsızlığını yitiren kadınlar erkeklere bağımlı hale gelmektedir. 

Dışsallaştırılan Ekolojik Maliyetler: Ucuz emek gücü ve düşük maliyetli yığın liç prosesiyle yüksek kazançlar elde eden şirketler, geride rehabilite edilmesi olanaksız cehennem çukurları ve toksik atık tepeleriyle distopik bir coğrafya bırakarak giderler. Atık problemine de dikkat çekilen rapora göre, TÜİK’in maden işletmeleri atık istatistikleri 2018’de 11 milyon ton civarındaydı. Bu sayı 2020’de 26 milyona, 2022’de ise 23 milyon tona çıktı. 2018’den bu yana tehlikeli maden atıklarının iki katına çıktığı belirtilen raporda, hangi maden işletmesinin ne kadar tehlikeli atık oluşturduğu, bunların nerede,  hangi önlemler alınarak bertaraf edildiklerine ilişkin şeffaf bilgiler verilmesi gerektiği vurgulandı.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği: Çalışma ortamında yoğun olarak toza, havaya karışan hidrojen siyanüre ve ağır metal çözeltilerinin yıkıcı etkilerine maruz kalan işçiler, erken yaşlarda sağlıklarını kaybetmekte ve meslek hastalığı kavramının fiiliyatta var olmadığı Türkiye’de tazminattan da mahrum bırakılmakta, emekleri sömürüldükten sonra kendi kaderlerine terk edilmektedirler.

TEKİRDAĞ’DAKİ MADEN TARIM ALANINDA BÜYÜMEYE GİDİYOR: BAKANLIK SAKINCA GÖRMEDİ

Çebiler Yapı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, Tekirdağ Merkez’deki tarım arazilerinde işlettiği bazalt ocağı için 2012’de “Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir” kararı aldı. Alanda faaliyetlerine başlayan ardından büyüme talebi için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvuruda bulunan şirkete, “ÇED olumlu” kararı verildi. Şirket bu onayla alanını 9.3 hektardan 31.83 hektara çıkaracak, üç kat büyümek için 5 milyon 680 bin TL harcayacak. 

Tarım alanlarında yapılmak istenen genişlemeye ilişkin Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan da görüş alındı. Bakanlık olumsuz görüş belirtmezken Kültür ve Turizm Bakanlığı ise görüşünde şirketin 50.25 hektarlık ruhsat alanının “Karakaya Kalesi I. Derece arkeolojik sit alanı” içerisinde kaldığını belirtti. Bakanlık görüşünde, “Birinci derece arkeolojik sit alanı sınırları içinde herhangi bir uygulama yapılmaması ve sit alanı dışında yapılacak çalışmalar sırasında kültür varlığı niteliği taşıyabilecek herhangi bir buluntuya rastlanılması durumunda çalışmanın derhal durdurularak haber verilmesi koşuluyla sakınca bulunmamaktadır” dendi.