Alev Coşkun

19 Mayıs ve Kuvayı Milliye Destanı

19 Mayıs 2024 Pazar

19 Mayıs denince akla neler gelir? Öncelikle Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı... Kuvayı Milliye örgütlenmesinin başlaması.

Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas kongreleri... Meclis’in Ankara’da açılışı...

Emperyalist işgal güçlerine karşı direniş, ulusal savaş...

Kuvayı Milliye deyince gece gündüz, kışta, yağmurda ve ayazda cepheye silah ve cephane taşıyan köylü kadınlar gelir aklımıza... Böylesi bir kahramanlık da başka bir ülkenin tarihinde yoktur...

KUVAYI MİLLİYE

Kuvayı Milliye, milli güçler, milli kuvvetler demektir. Bir örgütlenme ve bir halk hareketidir. Kuvayı Milliye aynı zamanda “Kuvayı Milliye Ruhu”nu da içerir. Kuvayı Milliye’yi ve Kuvayı Milliye ruhunu anlatmak ve özümsemek için, düzyazı yeterli olmuyor; şiirin gücüne sığınmak gerekiyor.

Kuvayı Milliye, işgal edilmiş vatan topraklarının kurtarılması ve tam bağımsızlık için savaşmaktır. Kuvayı Milliye büyük bir destandır. Emperyalistlere ve onların işbirlikçilerine karşı savaştır. Onun için Nâzım Hikmet “ateşi ve ihaneti gördük” diyordu. İstanbul’un işgaline karşı Fazıl Hüsnü Dağlarca şunları söylüyordu:

“Düşman gemileri İstanbul’da,

Dalgalar vallah inanmaz.”

İşgaller başlayınca Cahit Külebi şöyle sesleniyordu:

“Gökyüzünde kara kara bulutlar

Hayın mı hayın!

Başımıza nerden geldiniz...

Bir gün gelir hesabını sorarız

Buralarda durmayın.”

HASAN TAHSİN

Kuvayı Milliye, İzmir’in işgali için karaya çıkan Yunan ordusu karşısında dayanamayıp “Sen başla, bir bitiren bulunur” diye silahını ateşleyen Hasan Tahsin’dir.

Onun için şair Orhan Asena diyordu ki:

“İzmir onbeş mayıs bindokuzyüzondokuz,

İskele önünde durdum,

Ben Hasan Tahsin, namı diğer Nevres,

Yanımdaki zata vakti sordum,

Saat dokuz.

Düşünüyordum.

Sonra bir patlama, sonra o kırık ses.

‘Sen başla, bitiren bulunur.’”

AYVALIK’TA ALİ ÇETİNKAYA

Kuvayı Milliye, Ayvalık’ı işgal etmek için karaya çıkan Yunan işgal güçlerine, yanındaki bir avuç askerle karşı çıkan Yarbay Ali Çetinkaya’dır. Şöyle diyordu Orhan Asena:

“Yunan ilerliyordu dağınık düzen,

babasının evinde dolaşır gibi.

 

Ayvalık’ta 172. Alay kumandanı

Kaymakam Ali Bey, ünlü adıyla Kel Ali

Kararını vermişti; kesin.

Düşman ateşle karşılanacaktı.

61. Tümen kumandanı Miralay Bekir Sami Bey’den çıkmıştı izin.

(...)

‘Bu hazırlık niçin?’

aldı apaçık cevabını

‘Yunan saldırısına karşı koymak için.’

- Almış mıydı üstlerinden böyle bir emir?

- Hayır.

- Padişaha mı karşı geliyordu?

- Hayır.

- O halde?

- Bir asker her şeyden, herkesten önce kendi vicdanından emir alır.”

Kuvayı Milliye, Ödemiş’te askeri depoyu basarak silahları halka dağıtan Yüzbaşı Tahir Fethi Bey’dir.

YEREL DİRENİŞ

Ödemiş sınırına gelen Yunan ordusuna, Kaymakam Bekir Sami Bey’in çektiği telgraftır ki orada “Silah patlarsa eğer, göreceğiniz sonuç hiç de iyi olmayacaktır... Artık kalem değil silah konuşacaktır...” deniyordu:

Nitekim işgallerden sonra yurdun dört bir yerinde Hatay’da Karakese köyünde, Ayvalık’ta, Ödemiş’te yerel direnişler baş göstermişti.

Evet onun için Nâzım Hikmet şöyle diyordu:

“Evet yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet, en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat, dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat, iki kat soyulmamak için.”

MÜDAFAA-İ HUKUK KONGRELERİ: ÇOBAN ATEŞLERİ

Kuvayı Milliye, Yunan işgal güçlerinin İzmir’e ayak basıp Batı Anadolu’da ilerlemesi karşısında, Kars’tan Edirne’ye kadar 1919 yılında Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, Kars, Ardahan, Balıkesir, Nazilli, Alaşehir, Muğla, Edirne olmak üzere vatanın 30 yerinde toplanan Müdafaa-i Hukuk Kongreleridir.

Bunlar çoban ateşleriydi. Anadolu’nun ve Trakya’nın dört bir yanından bir bir yükselen yerel kongrelerdi. Ama bu çoban ateşleri, saman alevleri olmamalıydı. Bu çoban ateşleri birleştirilmeliydi, tüm vatanı kapsayan bir alev oluşturulmalıydı. İşte Kuvayı Milliye asıl buydu... Kuvayı Milliye, çoban ateşlerini birleştiren önderlikti, Kuvayı Milliye Mustafa Kemal’di.

İşte bu nedenle Fazıl Hüsnü Dağlarca diyor ki:

“Vatan sallanır sallanır hemşehrim gece yarısı,

Vatan ağrır.

Titrek toprak altındaki şey,

Şehadet şehadet, al al

Vatan bilinir ama anlaşılmaz

Buğda değil, su değil, ölmek

yaşamak değil Vatan en büyük sır.”

19 MAYIS 1919

Kuvayı Milliye, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıdır. Ve hemen ardından, Mustafa Kemal’in Amasya’da yayımladığı ihtilal bildirisidir ki “Vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı tehlikededir. Vatanın bağımsızlığını, milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyordu.

Kuvayı Milliye, Erzurum Kongresi’dir ve Mustafa Kemal’in Erzurum’da tüm görevlerinden istifa edip “sine-i millete” dönmesidir. Evet, onun için Dağlarca diyordu ki:

“Pek duyulmaz görülmez,

Yavaş ve ağır;

Ardından bir ses,

Erzurum’dan bir haykırış,

Karanlıklar üzerine, hey

Duran kadere karşı,

Vatan kımıldamıştır.”

MANDA’YA KARŞI ÇIKIŞ

Kuvayı Milliye, vatanın dört bir yanından Sivas’a gelip kongre yapan delegelerdir ve bu delegelerin tüm baskılara karşın Amerikan mandasını kabul etmeyişleridir. Onun için Nâzım Hikmet ne dedi:

“Sivas mandayı kabul etmedi fakat,

‘Hey gidi, deli gönlüm’ dedi

Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,

‘Ya istiklal ya ölüm’ dedi.”

ANTEP, URFA, MARAŞ

Kuvayı Milliye, Antep’te, Urfa’da, Maraş’ta işgal güçlerine karşı vatan için savaşan Kılıç Ali’dir, Sütçü İmam’dır, Şahin Bey’dir, Arslan Bey’dir, Polat Bey’dir, Karayılan’dır. Ve orada savaşan isimsiz kahramanlardır.

Kuvayı Milliye, son Osmanlı Meclisi’ndeki üyelerin Misak-ı Milli’yi yani Milli And’ı oybirliği ile kabul edişidir. Kuvayı Milliye, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin Ankara’da açılışıdır. Kuvayı Milliye, o Gazi Meclis’te öğrenci sıralarına oturup yemeklerini karavanalarda yiyen kravatlı aydınlar, subaylar, kalpaklı vatanseverler ve fesli hocalardır.

KALPAK

Evet, Kuvayı Milliye, TBMM’de kalpaklı bir avuç aydındır. Onun için şair Dağlarca diyordu ki:

“Düşünür karanlıklarda

Kötü yazısı değer alna soğuk, pis

Ağırdır,

Karadır,

Kalpak.

Gün doğmuş ama, gökler inik, rüzgâr yavaş,

Haber haberden kötü.

Bir yorgunlukta düşer başı, çaresiz,

Sarıdır,

Kalpak.

Zamandan çok ötededir

Sürer yaşamasını,

Bir vatan türküsü dumanlı havalardan vurur şakaklarına,

Bozdur,

Kalpak.”

HALİFENİN İSYANLARINA KARŞI ÇIKMAK VE DÖVÜŞMEK

Kuvayı Milliye, padişah ve halifenin tuzaklarına karşı çıkmaktır. Kuvayı Milliye, halifenin düzenlediği isyanları durdurmak için savaşmaktır. Kuvayı Milliye, her türlü baskıya karşın halkın bir araya gelip örgütlenmesidir.

Kuvayı Milliye, işgal güçlerinin denetimi altındaki Gelibolu Aktaş Cephaneliği’nin Köprülü Hamdi Bey ve arkadaşları tarafından ele geçirilmesi, boşaltılıp cephanenin Anadolu’ya taşınmasıdır.

Onun için Nâzım Hikmet diyordu ki:

“Türk köylüsü

Topraktan öğrenip kitapsız bilendir.

Hoca Nasreddin gibi ağlayan

Bayburtlu Zihni gibi gülendir.

Ferhad’dır Kerem’dir ve Keloğlan’dır.

O, ‘Yunusu biçaredir baştan ayağa yaredir,’

ağu içer su yerine.

Fakat bir kere bir dert anlayan düşmeyegörsün önlerine ve bir kere vakterişip:

‘Gayrık yeter!...’ demesinler.”

GAZİ MECLİS

Kuvayı Milliye, Ankara’da toplanan Gazi Meclis’tir. O Meclis, Milli Savaş için çalışırken, bir yandan da yetkilerine büyük bir titizlikle sahip çıkıyordu. “Ben milli iradeyim” diyordu.

Birinci Meclis’i oluşturan milletvekilleri taş bina içinde okul sıralarında oturuyor, gaz lambalarının ışığında çalışıyor, bir kazanda pişen bulgur pilavı ile karın doyuruyorlardı. Konfor ve caka değil, vatanı kurtarmak, tam bağımsız bir Türk devleti kurmak amacıyla çalışıyorlardı.

Bu nedenle Kuvayı Milliye, Türkün kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinin tüm aşamalarını kapsıyordu.

İşte bu nedenle Ege dağlarında çarpışan Postlu Mestan Efe, Gökçen Efe, Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe Kuvayı Milliye ruhunu simgeliyorlar, Kuvayı Milliye adına savaşıyorlardı.

MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI

Kuvayı Milliye, cepheye kağnılarla silah taşıyan kadınların destanıdır. Kağnılarla taşıdıkları silah ve cephanelere evladı gibi bakan köylü kadınlarımızdır, analarımız, bacılarımızdır. Dağlarca, “Mustafa Kemal’in Kağnısı” adını vermişti bunlara ve diyordu ki:

“Yediyordu Elif kağnısını,

Kara geceden geceden.

Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,

Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,

İnliyordu dağın ardı, yasla,

Her bir heceden heceden.

Mustafa Kemal’in kağnısı derdi, kağnısına

Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.

Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,

Nam salmıştı asker içinde.

Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,

Doğrulmuştu yola önceden önceden.

 

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,

Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,

Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,

Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,

Gecenin ulu ağırlığına karşı,

Hafifletir, inceden inceden.

 

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında

Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,

Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;

Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.

Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,

Niceden, niceden.

 

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,

Nazar mı değdi göklerden, ne?

Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,

Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur

Nasıl dururdu Mustafa Kemal’in kağnısı.

Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,

Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.

Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,

Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.

Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,

Düşerim gerilere, iyceden iyceden.

 

Kocabaş yığıldı çamura,

Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,

Örtüldü gözleri örtüldü hep.

Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı, bacım,

Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,

Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.”

AYIN ALTINDA DÖNEN İLK TEKERLEK

Kağnıları Nâzım Hikmet şöyle dile getiriyor:

“Ayın altında kağnılar gidiyordu. Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden

Afyon’a doğru. Toprak öyle bitip tükenmez,

dağlar öyle uzakta,

sanki gidenler hiçbir zaman

hiçbir menzile erişmiyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare

meşeden tekerlekleriyle. Ve onlar

ayın altında dönen ilk tekerlekti...”

DİP DALGASI

Kuvayı Milliye, TBMM düzenli ordusunun kurulmasıdır. İnönü Savaşlarıdır. Halkın elinde avucundakini orduya vermesidir. Ordu için her evden bir çorap, bir fanila, bir çarık tedarik edilmesidir.

Kuvayı Milliye, Sakarya Savaşı’nda şehit olan genç teğmenlerdir, subaylardır. Kuvayı Milliye, Dumlupınar Savaşı’dır. Onu yaratan Gazi Mustafa Kemal’dir. Onun için Nâzım Hikmet diyor ki:

“birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu.

Paşalar: ‘Üç’ dediler,

Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.

Bıraksalar

İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”

KUVAYI MİLLİYE TÜM VATANDIR

Kuvayı Milliye, aslında vatanın bütünlüğüydü. Cahit Külebi onun için diyor ki:

Davranı da deli gönül davranı!

Kemal Paşa dinlemiyor fermanı!

Anası, bacısı, kızı, kızanı

Bizim millet gibi görülmemiştir.

Bu destan, Mustafa Kemal’in önderliğinde yazıldı.

YENİDEN KUVAYI MİLLİYE

Süper güçlerin emperyalist hedefleri hiçbir zaman kesintiye uğramaz. Süper güçlerin özellikle Ortadoğu’daki yayılmacı ve paylaşımcı politikaları daha da akılcı ve etkin olarak sürüyor.

21. yüzyılın ilk çeyreğini doldurmak üzereyiz. Emperyalist politikalar, ülkeleri askeri işgallerle değil, özellikle ekonomik ve kültürel alanlarda etkin politikalar uygulayarak fethetmeye çalışıyorlar.

Süper güçler, kendi ulusal çıkarlarına ulaşabilmek için her türlü yola başvuruyorlar. Bu konularda hizmete hazır işbirlikçileri de zorlanmadan buluyorlar...

Bugün vatanın parçalanmasını isteyenler var. Türkiye bir bakıma eski yöntemlerle değil, ekonomik, kültürel ve toplumsal önlemlerle ele geçirilmeye çalışılıyor.

Milli Mücadele’nin sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı ve başarılı sonuçlar aldığı planlı ekonomik kalkınma modeli çoktan terk edildi. Üretim ekonomisi yerine, kapitalizmin öngördüğü tüketim ekonomisi geçerli kılınıyor. Ülkenin kaynakları milli çıkarlar doğrultusunda değil, dış kaynaklı kapitalist yöntemler doğrultusunda adeta peşkeş çekiliyor.

Ancak yadsınamaz bir hareket, bir dip dalgası var... Bu toplumsal dip dalgasına önem verilmelidir. Her kesimden yurtseverlerin Atatürk’e yöneldiği görmezden gelinmemelidir.

Kuvayı Milliye’yi ve Kuvayı Milliye ruhunu bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti’ni savunmak ve ileriye götürmek olanaksızdır.

Ülkenin parçalanmasını engellemek isteyen, vatanın gelişmesini, yükselmesini isteyen her vatansever, Milli Mücadele’yi ve Atatürk’ü anlamak ve özümsemek zorundadır...

Sözü Nâzım Hikmet’in haykırışı ile bağlıyoruz:

“Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, Sakarya’da, İnönü’nde, Afyon’dakiler

Dumlupınar’dakiler de elbet ve de Aydın’da,

Antep’te vurulup düşenler,

siz toprak altında ulu köklerimizsiniz

yatarsınız al kanlar içinde.

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,

siz toprak altında derin uykudayken

düşmanı çağırdılar,

satıldık, uyanın!

Biz toprak üstünde derin uykulardayız,

kalkıp uyandırın bizi!

uyandırın bizi!

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,

mezardan çıkmanın vaktidir!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları