Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Kışlalı Hocam, geleceğe ışık tutuyor!

20 Ekim 2021 Çarşamba

Yarın, öğrencilik hayatımın en değerli anıları arasındaki dersleri veren Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın dinci faşistler tarafından katledilişinin 22. yılı...

İçinde yaşadığım topluma ve dünyaya dair düşüncelerimin gelişmesinde ondan aldığım siyaset bilimi ve siyasal düşünceler tarihi derslerinin katkısı çok büyük.

Kışlalı Hocam, işçi, öğretmen, üretici ve gençlik siyasete ağırlığını koyamadığı için Türkiye’de solun esamesinin okunmadığı görüşündeydi. 

26 yıl önce yazdığı şu satırlar bugünü anlatıyor gibi: 

“Demokrasi, katılım ve özgürlük demektir. 

Gençlik siyasetin dışında, işçi siyasetin dışında, kamu görevlisi, bilimadamı siyasetin dışında. Kol emeği de kafa emeği de siyasetin dışında. 

Ama para ve din siyasetin içinde!...

Şeriatçıya, her türlü propaganda serbest ama bilim adamına, yazara, her düşüncesini söylemek yasak!...

Bülbüller susturuldu; en güzel ses seçimi kargalar arasında yapılıyor. 

Ve de ülkenin burnu da pisliklerden kurtulamıyor.” (11 Mayıs 1995, Cumhuriyet) 

Prof. Kışlalı, Türkiye’deki sorunlara etnik köken ve din üzerinden çözüm bulunamayacağını, terörle mücadelenin sadece silahlı mücadele olmadığını, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda da eşzamanlı adımlar atılmasını savunurdu. Bölgede ekonomik ve sosyal olanakların genişletilmesinin yanı sıra kültürel yasakların da kaldırılmasından yanaydı ve demokratik cumhuriyetin bütün sorunların çözümü olduğunu söylüyordu. 

***

“Atatürk için cumhuriyet demek, demokrasi demektir” diye yazmıştı bir keresinde. Onun için de öyleydi. Yaşamını yitirdiği bombalı saldırıdan bir gün önce Ben Demokrat Değilim adlı kitabını baskıya gönderdiği ortaya çıkmıştı. 

“Cumhuriyet mi, demokrasi mi?” tartışmasına tepkisini, kitabına verdiği bu isimle ortaya koymuştu. “Çünkü eğer cumhuriyeti koruyabilirseniz, yitirdiğiniz demokrasiye bir gün yeniden kavuşabilirsiniz. Ama eğer cumhuriyeti yitirirseniz, demokrasiyi de zaten yitirmişsiniz demektir” diyordu. 

AKP döneminde olan budur: Cumhuriyet yitirilmiştir! Şahsım devleti kurulmuş, laiklik anayasada şeklen kalmış, gerçekte silindir ile ezilmiş gibi çiğnenmiştir. 

Prof. Kışlalı, katledilmeden önceki “Tanrı’yı kim kullanır?” başlıklı son yazısında, “Türkiye’deki Nurcuların aslında iki önderi var. Birisi Mehmet Kutlular, ötekisi ise Fethullah Gülen” diyerek şu satırları yazmıştı.

“...Fethullah Hoca almış başını gitmiş. Işık evleri. Öğrenci yurtları. Özel okullar. Devletin köşe başlarına kadar uzanan bir imparatorluk. Devletin okullarına devletçe ‘tavsiye’ edilen, cumhuriyet ve çağ karşıtı kitaplar. Papa ile sağlanan görüşme... Devletin dış temsilcilerince havaalanlarında karşılanmalar... Elçiliklerde konuk edilmeler. Niçin? ‘Ilımlı İslam’ olduğu için. Müslümanları ‘cumhuriyet ile barıştıracağı’ için!

Fethullah Gülen, devlet büyükleriyle iyi ilişkiler kurmuş. Ordu dışında hemen tüm önemli kurumlarda önemli ‘mevziler’ elde etmiş. ABD’nin ‘etkin’ desteğini sağlamış. Görünüşte Atatürk’e ve cumhuriyete saygılı. Ama tüm eğitim ağı ile, cumhuriyetin temellerini ağır ağır kemiriyor. Amacına ürkütmeden, acıtmadan ulaşma yöntemini seçmiş. Hakkındaki bilgilerimiz arttıkça, Sayın Gülen beni korkutuyor.” (17 Ekim 1999, Cumhuriyet)

Ne ilginç, geçenlerde Paris’te “İslamı parlamenter sistem içine alabileceğimize inandık” cümlesini kuran Nilüfer Göle gibi eski “yeni mürteciler” ile Gülen’in okyanus ötesinden üfürdüğü “ılımlı İslam” yaklaşımı nasıl da uyumluymuş değil mi... (Özdemir İnce, 2. Cumhuriyetçi liberallere eski “yeni mürteciler” diyor; bu ifadeyi ondan ödünç aldım.)

***

Biz, yaşadığımız topraklarda Atatürk önderliğinde verilen antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nı ve devrimci kuruluş mücadelesini, Kışlalı Hocamızın öğrencileri olarak sahipleneceğiz.

Emperyalizme karşı bağımsızlık diyeceğiz.

Padişahçılığa karşı cumhuriyetçiliği savunacağız. 

Bireysel çıkarlara karşı kamuculuğu destekleyeceğiz.

Şeriata karşı laiklik, tutuculuğa karşı devrimcilikten yana olacağız!

Bu, Türkiye’nin yaşanabilir bir ülke olabilmesi için ödün vermememiz gereken yaklaşımdır.

Ne yazık ki onun gibi gerçekleri ısrarla söyleme cesaretine sahip fazla insan yok. Kimisi dönek, kimisi susuyor, kimisi de satılık. Az sayıda aydında olan cesaretiyle tarihe geçti Kışlalı Hocam. 

O, örnek bir Cumhuriyet aydınıydı; kendini toplumundan sorumlu sayıyordu; Atatürk ilkelerini çok iyi özümsemiş ve sahiplenmişti. Bu nedenle “Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil geleceğin öncülüğüdür” derdi.

1 Ocak 1997’de Cumhuriyet’te yayımlanan makalesinden bir alıntıyla bitiriyorum yazımı:

“Devletin kendi eliyle laikliğe ve demokrasiye karşı kuşaklar yetiştirme aymazlığına son verilmelidir. Devlet aygıtı, laikliğe ve demokrasiye karşı olanların işgalinden kurtarılmalıdır. Partilerin yeniden halkın sözcüleri olabilmesi ve demokrasinin işleyebilmesi için rejim, parti genel başkanları diktatörlüğü olmaktan çıkarılmalıdır. 

Ve de yolsuzluklar, görevi kötüye kullanmalar -ne kadar üst düzeylerde olurlarsa olsunlar- yapanların yanlarına kâr kalmamalıdır. Suçluların cezalarını mutlaka bulacakları inancı, toplumsal bilince yeniden yerleştirilmelidir.”

Prof. Kışlalı, her zaman olduğu gibi geleceğe ışık tutuyor; izlenecek yolu belirliyor! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları