Onat Kutlar'a...

12 Ocak 2009 Pazartesi

Sevgili Onat,

Bugün 11 Ocak... Sen aramızdan ayrıldığında 11 Ocak 1995’ti.

Hepimizi hedef alan o terörist saldırıyı omuzladığında yılbaşını kutlamaya hazırlanıyordu bu dünya.

Canım Onat… Sayfanın başına adını yazdım ve hemen omuz başımda, senin o içten gelen gürül gürül sesini duydum…

“Bir gemiye binmiş gidiyoruz, fırtına koptu, kayalara doğru sürükleniyoruz, parçalanıp yok olacağız... Haykırıyorum; fırtına koptu diyorum, kayalara sürükleniyoruz diyorum; ne fırtınası, ne kayası, sen neden söz ediyorsun diyorlar… Sesimi bir türlü duyuramıyorum…” diyorsun...

Onat, duyuyoruz seni. Fırtınalarda da, baharlarda da hep duyduk, duyuyorum sesini. Bizi hiç, ama hiç terk etmedi ki...

Dostluğunun, dolu dolu kahkahalarının, yaratıcı gücünün özlemini, hasretini, eksikliğini her an hissetsem de, sesin ve yüreğin hep benimle.

Yaşamın her alanına katılan.. merakları, keşfetmeyi, öğrenmeyi kışkırtan.. birikimlerden damıttıklarını hepimizle paylaşan.. tepkisini ortaya koyan.. yorumlarıyla, eleştirileriyle, önerileriyle yarını hazırlayan.. uyaran.. aydın sorumluluğunun bilincinde Onat Kutlar bizimle.

Türk edebiyatında okuduğum en güzel öykülerin yazarı..

Akılla duyarlılığı, bilgiyle birikimi dizelerde buluşturan şair..

Denemeleriyle önümde ufuklar açan arkadaşım..

Evrensel sinema kültürümü borçlu olduğum Onat Kutlar.. Hep benimlesin…

***

Sevgili Onat,

Şu sıralar baharı değil, fırtınaları yaşıyoruz.

Yaşadığımız en büyük en korkunç fırtına, ileri geri savaşında.. zihniyet kavgasında... Kopan fırtına, ayırımcılıkta... Ama duyan yok Onat.

Çok yakında yerel seçimler... Ama önceliğimiz o da değil Onat...

Tuhaf günler yaşıyoruz... Çelişkili zamanlar.. traji komik anlar...

Senin de tanık olduğun, Türkiye’yi onlarca yıl geriye götüren 12 Eylül faşist darbesini gerçekleştirenleri henüz yargılayabilmiş değiliz....

Ama.. darbe girişiminde bulunabilir, darbe tasarlayabilir, darbe düşleyebilir olasılığıyla sayısız insanı gözaltına alıyoruz...

Arama tarama, evlere baskın, kafalarını bastırıp otomobile sokmalar… Medya onları suçlu diye afişe ediyor... Şöyle ya da böyle onları cezalandırıyoruz! Cezalandırdıktan sonra delil arayıp iddianameler yazılıyor...

Yani anlayacağın, işler tersinden yürütülüyor...

Gariplikler bu kadarla kalsa iyi. Asla yan yana gelmeyecek olanları aynı torbaya sokup etiketliyoruz…

Neyle suçlandıklarını bilmeyenlere karşı intikam tamtamları çalıyor, rövanş dansları ediyoruz!

Bir önceki mahkûmiyetin altında imzası olanı, şimdi veya ileride mahkûm etmek için bir çaba, bir çaba…

Başbakan bir davanın, bir soruşturmanın savcısı olduğunu söylediğinde kimse şaşırmıyor, hukuka aykırılığı söz konusu olmuyor… Ama muhalefet lideri “siyasi intikam operasyonu” dedi diye kıyametler kopuyor.

Adalete güven şöyle böyle, iki arada bir derede ilerliyor... Duruşmaya avukat olarak giren, sanık olarak çıkıyor…

Biliyor musun Onat, eski günlerdeki gibi kitaplar, yazılar, dergiler yine arama taramalarda haydaaa toparlanıp emniyete taşınıyor. Eskiden Larousse ansiklopedisini götürdüklerinde gülerdik. Şimdi Fazıl Say’ın CD’sini “ele geçirdiklerinde” çok eğleniyoruz!

***

Sevgili Onat,

Sen gittin gideli dünya daha da berbatlaştı.

Gazze’de dünyanın en korkunç katliamlarından biri yaşanıyor ve dünya sadece seyrediyor.

Ancak bu katliamı fırsat bilip ırkçılığa sarılanlar da yok değil!

Hiç aklına gelir miydi, günün birinde Türkiye’de, Türkiye’nin herhangi bir yerinde “Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez” ile “Köpeklere giriş serbesttir” yazılı dövizlerin taşınacağı? Böyle bir şey olabilir miydi bizim ülkemizde... Ama oldu, Onat. Eskişehir’de Osmangazi Kültür Derneği Federasyonu’nda...

Bu memleketin Başbakanı, “Biz; dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman, sizi bu topraklarda ağırlayan, misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak” diye lafa başladıktan sonra gerisini sen düşün artık!..

Eğer bir başbakan, günümüzün İsrail hükümetiyle tüm Yahudileri özdeşleştiriyorsa… Türkiye’deki Yahudi yurttaşlarımızı yok sayıp onları sığıntı mülteci yerine koyup hakaret edebiliyorsa… Bunlar olabiliyorsa, elbet ırkçılık cahil güruhları egemenliğine alır dediğini duyar gibiyim...

Sevgili Onat,

Bir yazında “Umutsuzluk benim işim değil. Ama galiba biraz geç kaldık” diyordun.

İşte canım arkadaşım, galiba biraz geç kaldık...

Dehşet içinde olan biteni izlerken omzuma dokunup beni uyarmaktan geri kalmıyorsun:

“Bizim dünyamızda yine en tatlı yemiş Aydınlık... En güzel çiçek umut” diyorsun.

P. S. - Sevgili Okurlar, cuma günkü Nâzım Hikmet - Altay Dağları anıma sayısız mektup geldi. İlginize teşekkürler… Mezarının Türkiye’ye taşınması konusunu soranlara: Rahat bırakın şairin kemiklerini. Türkiye topraklarında kuracağınız her kitaplık, dikeceğiniz her çınar ağacı ona adanmış bir teşekkür olabilir…

[email protected]

faks:0212.257 16 50



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları