Güvercin çırpınışı ve yasaklar

02 Temmuz 2020 Perşembe

Bugün 2 Temmuz. Ortaçağda değildi. Yüzyıllar önce değildi... 1993’teydi...

Yaşadığımız her olay, kanatarak, acıtarak, kahrederek dokunuyor yaşamımıza... Geriye ruhta ve vicdandaki izdüşümü, bir de sanata yansımaları kalıyor. 

Bugün size iki dev eserden söz edecektim: Genco Erkal’ın yazıp yönettiği oyun “Sivas 93” ve Fazıl Say’ın “Metin Altıok Oratoryosu”... Sevgili Dikmen Gürün benden önce davrandı, ilkini önceki gün sizlerle paylaştı. “Sivas 93” halen çevrimiçi yayında. İzlemeyen kalmasın. Ben ikincisine yöneliyorum. 

Bir çığlık karıştı rüzgâra

3 Temmuz 2003 akşamıydı. 31. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’ndeydi. Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’ndaydı. Oturacak yer bulamayanlar, merdivenleri doldurmuştu. Sivas Katliamı’nın 10. yılı için Fazıl Say’ın “Metin Altıok Oratoryosu”nu dinlemeye hazırlanıyoruz... Fazıl Say’ın Metin Altıok’u seçme nedeni, hem orada can veren aydınların hem de şiir geleneğimizin bir simgesi olmasıdır. 

Şef İbrahim Yazıcı, Oda Orkestrası, 70 kişilik Kültür Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu, solistler Zuhal Olcay, soprano Burcu Uyar, çocuk solist Kıvanç Tire ve piyanonun başında Fazıl Say yerlerini aldı. Hiç unutmuyorum: Fotoğraf çekimi için sanatçıların sahnede dimdik kıpırdaman durdukları birkaç saniye, yalnız bana değil, tüm izleyicilere de hiç bitmeyen bir saygı duruşu izlenimi vermişti...

Sonra... Sonra... O dev koro rüzgâr oldu. Bir çığlık karıştı rüzgâra... Sahnenin en önündeki bir metronomun vuruşlarıyla başlayan ve yine metronom vuruşlarıyla sona eren; rüzgârla içimizdeki çığlığı buluşturan bir eser... Metronomun her vuruşu, Sivas’ta yakılarak öldürülen bir canı, canımızı simgeliyordu... Metronom, müzikte, zamanların düzenlenmesini sağlar. Oysa Madımak Oteli’nde zaman durmuştu!

Güvercin çırpınışı 

Şairin dizelerini harmanlayan eserde, fondaki perdeye yansıyan görsel öğelerle, şiir ve müzik bir bütün oluşturuyordu. Fazıl Say’ın bestesini ve yaptığı seçimleri, Şef İbrahim Yazıcı şöyle anlatmıştı:  

“Bu kez içe kapanık küçük bir çalgı topluluğu kullanmış bestecimiz. Çoğu koyu renklerle, ama isyan anlarında en trajik, insan sesi dokusunda çığlıklar işittiren beş viyolonsel; şiirlerin derinliğini müzikteki armonik derinlikle vermeyi üstlenen bir kontrbas; içten fışkıran çığlıkları, bizim de içimizde sakladığımız feryatları yansıtan trompetler ve bir trombon; hüzünlü ses rengiyle kavalı anımsatan alto flüt; çocuk saflığı ve berraklığıyla bir flütün yanı sıra güvercin çırpınışını canlandırarak eserde sürekli biçimde huzursuzluğu yansıtan bir piccolo flüt... Ve yerine göre rüzgâra, yerine göre yürek atışlarını dile getiren iki vurmalı çalgılar sanatçısı...”

O “güvercin çırpınışı”, “leitmotif” olarak tekrarlandıkça, çırpınan, yüreklerimizdi. Son bölüm ölüm üzerineydi. Üç solistin birbiriyle kucaklaşan sesleri, koronun dinmeyen rüzgârı, viyolonsellerin feryatları, piyanonun sonsuz gerilimi ve vurmalı çalgıların kalp atışları... Sonunda... Sonunda hepsi durdu... Metronomun vuruşları da... Ve o anda açık hava tiyatrosu ayağa kalktı. Alkışlar dinmek bilmiyordu. Fazıl Say, bu çok zor, çok yoğun, çok etkileyici eserle bir kez daha kendini aşmıştı.

Kahrolsun yasaklar

Fazıl Say’ın bu muhteşem eseri sadece bir kez yorumlandı, bir kez dinleyiciyle buluştu. Neden mi? Hükümetin sansürü nedeniyle! Açıklayalım: 

Eserin son bölümünde arka fondaki perdeye, yaşanmış gerçek olaylar yansıtılacaktı. 3 dakika 20 saniyelik video... Madımak’taki ateş, yangın, duman... 

3 Temmuz 2003 günü, AKP hükümetinin Başbakanı Erdoğan ve dönemin Kültür Bakanı Erkan Mumcu, bu görüntüler kalkmazsa devlet korosunu geri çekecekleri tehdidinde bulundu. Fazıl Say, bu sansüre var gücüyle direndi. İKSV (Şakir Eczacıbaşı’nın perişanlığını anımsıyorum) iki arada bir derede kaldı... Ha deyince  devasa bir koro nasıl bulunur ki...

Sonunda, Fazıl Say’a bunca emeğin, çalışmanın heba olmaması için; o konsere gelen altı bin kişi için çok yalvarıldı, yakarıldı. Ve Fazıl Say bir tek o akşam bunu kabul etti. Ancak o da şart koştu: Bundan böyle bu eşsiz eser, o görüntüler olmadan asla icra edilmeyecekti. Fazıl Say, boyun eğseydi, o gün, bugün bu muhteşem eser defalarca yorumlanırdı... Ama boyun eğmedi.  

Yeni bir koro kurulursa 

Hiç unutmuyorum sonradan Erkan Mumcu, basına demeç verecek, “ne yani karşı görüşe izin mi verecektik” gibi bir şeyler diyecekti. Sahi, katliamın karşı görüşü nedir, bilen var mı? O görüntüleri yasaklamakla Sivas Katliamı olmamış mı sayıldı? Bu eser bestelenmemiş mi oldu???

O gün de inandığım gibi, Fazıl Say’ın eseri, bence değerinden hiçbir şey yitirmedi bu yasakla! Değerini yitiren sanata ve sanatçıya bu saygısızlığı yapanlar! Perdedeki ateş ve dumanı yasaklamak kolay. Önemli olan yaşamda, insanların düşüncelerinden dolayı yakılmasını yasaklamak! “Metin Altıok’un son dizeleri hâlâ kulağımda: Bir yarım umuttur elimizde kalan, / Göğüslemek için karanlık yarınları.”

Bence karanlık yarınları göğüslemek için sansüre, yasaklara geçit vermeyen belediyeler, bir an önce kendi çoksesli korolarını da kurmalı! 

Kurmalı ki bu ölümsüz eseri tekrar tekrar dinleyebilelim; gericiliğe, yobazlığa geçit vermeyelim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları