Adaletsiz ülkenin Adalet’i...

16 Temmuz 2020 Perşembe

“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli adalettir”.

Siz de şu yukarıdaki tümcenin doğruluğuna inanarak yetişen kuşaktansanız, şimdilerde çok acı çektiğinizi biliyorum. Çünkü nicedir Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli adalet değil...

Adalet Ağaoğlu, son zamanlarda keşke bu kadar çok yaşamasaydım, keşke bugünleri görmeseydim derken bunu kastediyordu... (Eğer anı kitaplarını, günlüklerini okuduysanız o temelin, o adaletin peşinde ne çok koştuğunu bilirsiniz...)

‘Kurtuluşu sezdirmek’

“Sanatçının görevi, gerçeği nesnelliği ile ortaya koyarken kurtuluşu sezdirmek, var olan düzenin sürekliliğinden insanları kuşkuya düşürmektir.” Böyle demişti.

Yıl 1975. Adalet Ağaoğlu, o yıl Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmış. Sanat Dergisi’nin o haftaki (o zaman haftalıktı) sayısını kapaktan başlayarak bu konuya ayırmışız. Seçici kurula bakar mısınız: Adeta Türk edebiyatının bir panoraması: Vahit Turan, Behçet Necatigil, Rauf Mutluay, Tahsin Yücel, Haldun Taner, Oktay Akbal. (Şimdi fark ettim: çoğu, Cumhuriyet’e de yazan kalemler...) Yukarıdaki “Sanatçının Görevi” alıntısı o röportajdan.

Ne çok, ne çok anımız var... Sanat Dergisi’ne yazıyla katkıda bulunması... TÜYAP Kitap Fuarı’nda onur yazarı olduğunda bitmeyen sohbetler... “Yazarlığımın iç çamaşırları” dediği Yapı Kredi Galerisi’ndeki sergi - Her fotoğrafta ayrı bir değişken güzelliği... (Şimdi herkes anılarını dökmeye kalksa ciltler oluşturur...)

Benim en sevdiğim anım “Kurtuluşu sezdirmek için”, 12 Eylül Anayasası’na ilk ve en açık en korkusuz biçimde “HAYIR” diye haykırması... Faşizmin üzerimizden silindir gibi geçtiği günlerde, sadece hapistekilerin değil, herkesin, daha doğrusu düşünen her insanın tutsak olduğunu vurgulaması...

Ah evet, sonradan “son enayiliğim” dediği “Yetmez ama evet”çilere katılması hepimizin yüreğini acıttı. Ama yanıldığını defalarca ifade de etti... Ve ben yaraları kaşımak yerine, okşayarak iyileştirmekten yana olduğumdan, o seçimin nedenini de yukarıdaki alıntıda bulabiliyorum: Yani “Var olan düzenin sürekliliğinden insanları kuşkuya düşürme” çabasında...

‘İntihar etmeyeceksek içelim bari’

“Ölmeye Yatmak”, “Bir Düğün Gecesi” ve “Hayır”... Bu üçleme, Türkiye’nin gerçeklerini, bireysel ve toplumsal alanda irdeler... Cumhuriyet kuşağının aydınları... Bilinçlenmeleri, sorgulamaları, birbirlerini etkilemeleri... Kadının özgürleşme çabası... Kadın olmakla aydın olmak; Batı değerleriyle geleneksel ideoloji çelişkisi... Toplum baskısı... Çok katmanlı kültürel karmaşa... Ve aydının kendiyle hesaplaşması....

“Bir Düğün Gecesi”nde Aysel’in kız kardeşi şöyle der: “İntihar etmeyeceksek içelim bari”...

Türkiye gerçeğinde kimi genç aydınlar intihar etti, kimi içti... Ama birçoğu da baskıyla, hapislerle, idamlarla, sokak ortasında vurulmalarla, işkenceyle, zulümle yok edildi...

Adalet Ağaoğlu, oyunlarıyla, romanlarıyla, öyküleriyle bize bizi anlattı. Düşünceyi ve söyleyeceği sözü edebiyatın gücüyle ve büyüsüyle bize sundu.

Yine bir konuşmasında, hayatın takvimi zamanı, günlerle, aylarla, yıllarla sıraya sokar; oysa yazarın aklı sırayı bozar, ayıklar, seçer, yeniden kurgular ve yarını özlediği gibi oluşturur/hazırlar demişti. (Tırnak içine almadım, çünkü konuşmayı bulamadım, aklımda kaldığı gibi yazdım.)

Dün sonsuzluğa göçtüğünü duyunca, ilk bu sözü geldi aklıma... Bir de benden kısa bir görüş isteyenlere şunları söyledim. Burada tekrarlıyorum:

Adalet Ağaoğlu: Cumhuriyet kadını, Cumhuriyet devriminin tanığı, usta yazar, Türkçenin güçlü kalemi... Romanlarıyla, oyunlarıyla, öyküleriyle, denemeleriyle edebiyatımıza, tiyatromuza ve yaşantımıza değer katan insan... Her yeni kitabını heyecanla beklediğim yazar... Çocuk merakı, öğrenme tutkusu, serüvenciliği, nüktedanlığı, risk almaktan korkmayan kişiliği... İyi ki onca yazdı. İyi ki okuduk. İyi ki var. Işık içinde uyusun...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları