Öztin Akgüç

Türkiye Nasıl Kurtulur?..

20 Ekim 2013 Pazar
Başlık iddialı, tahrik edici, bazı çevreleri
de kızdırıcı olabilir. Yazının içeriği başlığın
altını doldurucu, inandırıcı nitelikte
olabilecek mi? Yetersiz görülse bile,
en azından bazı kişilerin kafalarında
çöreklenen bu sorunun yanıtını bulmaya
çalışayım.
Türkiye’de öyle çevreler var ki
davranışları Orhan Veli’nin ünlü cımbızlı,
aynalı şiirini anımsatıyor. Umurlarında mı
dünya, umurlarında mı Türkiye? Magazin,
dizi, türban, ihale, bazıları için de futbol
yeterli, Türkiye’nin geleceği onları pek
ilgilendirmiyor. Bazıları için ise Türkiye’nin
geleceği karabasan. Umudunu yitiren,
Türkiye için her şey bitti, uzatmalar
oynanıyor diye düşünenlerin sayısı az değil.
Berber dostlarım var. Selâhattin, Ali,
Ünal... Selâhattin ile otuz yılı aşkın bir
süredir tanışıyoruz. Siyaset, ekonomi,
borsa, futbol, her konu berber dükkânında
konuşulur, tartışılır. Onların daha geniş
kitlelerle iletişimi ve gözlemleri var;
yararlanalım. Geçen gün Selâhattin,
birden şu soruyu yöneltti: “Hoca,
Türkiye için her şey bitti değil mi?” Aşırı
karamsarlığı üstündeydi. Dilimin döndüğü
kadar Türkiye’de her şeyin bitmediğini,
bitmeyeceğini anlatmaya çalıştım.
Türkiye’de Temmuz 1955’ten bu
yana, altmış yıla yakın bir süredir, çeşitli
kurumlarda çalıştım, gözlemlerim oldu.
Türkiye’de iki grup insan var. Görevine
bağlı, düzgün, işini yapan, işi sürükleyen,
kendini pazarlamaktan kaçınan onurlu
kişiler. Bunun karşıtı, iş yapar gibi görünen,
zaman zaman şarlatanlığa kaçan, dernek,
cemaat, parti, politikacılar gibi belli
çevrelere yanaşarak, daha çok kişisel
kaygılarla ve beklentilerle hareket eden ve
bunun karşılığını bekleyen diğer bir grup.
Yalakalar, partizan, baskıcı bürokratlar,
zaman zaman dönekler, belli çevrelerin
sesyayarları, sözde bilim adamları bu
gruptan çıkar. Kamuoyunu etkilemeleri için,
bu tür kişilerin belli çevrelerce tanıtımı da
yapılır, hatta bazıları ulusal veya uluslararası
düzeyde ödüllendirilerek ileti aracı haline
getirilir.
Selâhattin’e, sayısı az olsa da ilk
grupta tanımladığım kişilerin Türkiye’ye
sahip çıktıklarını, çıkacaklarını anlatmaya
çalışarak karamsarlığını dağıtmaya
uğraştım. Ne kadar inandırıcı oldu
bilmiyorum ama Selâhattin sonunda,
“Yüreğime su serptin” diyerek şu soruyu
yöneltti: “Şu saydığın yüzde 20, yüzde 25
her neyse ülkeye sahip çıkanlar, çıkacaklar,
ordu içinde de var mı?” Bence bu soru
son dönemlerde TSK’ye yöneltilen ağır
eleştirilerden çok daha da kırıcı idi.
“Bilmiyorum, her kurumda olduğu gibi
herhalde ordu içinde de vardır” dedim.
Birkaç yıldır gözlemlerimi aktarmaya
çalışıyorum. TSK ve yargı, anketler ne
derse desin, toplumda hızlı bir şekilde
güven yitiriyor. Bu kuşku, güven yitirme,
Türkiye’nin geleceği, bütünlüğü, hatta
varlığı için büyük tehlike oluşturuyor. Bu
kurumların mensuplarının bazı kişisel
kaygıları bir yana itilerek topluma güven
verme sorumluluğunu duymalarını
diliyorum.
Açık söyleyeyim. Andımız’ın kaldırılması,
Balyoz, Ergenekon davalarında yargı
kararları beni şaşırtmadı. Yaşananlar,
gelişmeler Türkiye’deki gözlemlerime
uygundu. Aksi bir davranış, bir karar,
beklenmeyen bir olay olurdu.
Andın hatta milletvekili yemininin
kaldırılması önemli değil. Ant içmenin,
yemin etmenin gereklerini yerine getirmek
önemli. Ülkede kaç kişi andına, yeminine
uygun hareket ediyor? Asıl sorun andına
uygun davranan gençler yetiştirmek,
yemini ile tutarlı hareket eden milletvekilleri
seçebilmek.
Türkiye’nin düzgün, kişilikli, insan
sevgisi olan, bilgili, özverili, cesur insanlara
gereksinimi var. Şarlatan, gösterişçi,
çıkarcı, yalaka, yarı bilgili, karabilecen zaten
çok sayıda var.
Nitelikli insan yetiştireceğimize, geniş
kitleleri niteliksizleşmeye özendiriyoruz.
Hem de bunu kişisel çıkarlarımız, kişisel
politik beklentilerimiz için yapıyoruz.
Türkiye için asıl tehlike burada.
 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sorun ve çözüm 20 Kasım 2024
DEM’e gülücükler 6 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları