Öztin Akgüç

Layık mıyız?

12 Mayıs 2013 Pazar


\n

Zaman zaman tepki gösteririz, itiraz ederiz. Biz böyle bir yönetime, bu davranışlara layık mıyız? Bu tür sorular karşısında rahmetli Örsan Öymen’in 1980 öncesi Milliyet’teki bir köşe yazısını anımsarım.
Bülent Ecevit Başbakan olmuş, dış ve iç odaklar hemen ekonomik önlemlerini almışlar, peşin ödeme yapmadan, kuvertür tesis etmeden akreditif açtıramıyorsunuz, açılmış akreditifleri ödemek zorundasınız. Petrol fiyatları varili 8 USD’den 32-34 USD’ye yükselmiş. İç çevreler kıt malların stokunu yapıyorlar; kuyruklar oluşuyor, bazı mallar bulunamıyor. Ecevit eleştiri oklarının hedefinde, “CHP geldi kuyruklar, yokluklar başladı” edebiyatı yaygın. İşte bu ortamda Örsan’ın yazısının ana teması, ister gözlem, ister ileri görüş, ister toplumsal eleştiri deyin, “Bize Ecevit fazladır, Demirel bile çoktur.” Gerçekten günümüze, 1980 sonrası gelişmelere bakıldığında Örsan’a hak vermemek elde değil. Gözleminin ne kadar gerçekçi olduğunu hemen görürsünüz.
Şu gerçeği unutmamak gerekir. Her toplum layık olduğu hükümetle yönetilir. Türkiye de tabii bu kuralın istisnasını oluşturamazdı. Bu tür hükümetlere, yöneticilere, liderlere layık mıyız sorusunun yanıtı şüphesiz evettir. Hatta
“gelen gideni aratır” özdeyişi de anımsanarak günümüzdeki şöyle bir kaygıdan da söz edilebilir: “Eyvah, günün birinde sayın RTE’yi de acaba arayacak mıyız?”
Bireylerde kişilik gelişmemiş ise, sadece kısa süreli çıkarların peşindelerse, ürkekseler, özveriyi hep başkalarından bekliyorlarsa,
“adam sen de günü kurtaralım” anlayışında iseler, vatan, özgürlük, bağımsızlık fazla bir anlam ifade etmiyorsa, o toplum her türlü yönetime müstahaktır. Bağımsızlık, özgürlük, ulusal saygınlık böyle bir toplum yapısıyla bağdaşmaz, fazla gelir.
Kalkınma ancak toplumun değer yargılarının, davranış biçimlerinin değişmesi ile olanaklıdır. Yukarıda özetlemeye çalıştığım toplumsal değer yargıları ile, davranış biçimi ile, kişilik eksikliği ile ne demokrasi olur, ne ülke kalkınır ne de ciddi bir sol hareket başlatılabilir.
Günümüzde belli bir çevrede tedirginlik seziliyor.
“Diktaya, tek adam yönetimine mi gidiyoruz?” Belli tutkuları, kompleksleri, kişisel niyetleri olanları fazla kınamam. İnsan kendinde belli nitelikler, özellikler vehmedebilir; tutkuları, kompleksleri de olabilir. Kişiler bu gibi duygu, düşünce hatta saplantılar için kınanamaz. Belki psişik bir vaka olarak görülebilir. Asıl tehlikeli olan, kınanacak olanlar bu tür hevesleri besleyenlerdir.
Bir toplumda diktaya gidişi özendiren alkış, övgü, biat davranışlar yaygın ise kabahat başkanlık tutkusuna kapılmış olanlarda mı, yoksa bunu destekleyenlerde midir?
Bizde, kişi yandaş bulabiliyor, ürkütme ile medyayı kontrol altına alabiliyor, akil adam seçebiliyor, çıkar beklentisi ya da korku ile işadamı desteği sağlayabiliyorsa, vatandaşın önemli bir bölümü yaşananlara karşı ilgisiz ve tepkisiz ise ülkede rejim, hatta ülke bütünlüğü tehlikeye düşerse, suçlanacak olan herhalde kişi değildir. Suç kişiliği gelişmemiş bireylerin, çıkar örgütlerinin, medyanın, sözde işadamlarınındır. Kişiliği gelişmiş, inançlı, özverili, bilgili, mücadeleci bir toplumda ne dikta hevesi olur, ne rejim değişikliği gündeme gelir, ne ülke dış güçlerin ayak oyunlarından etkilenir, ne terör uzun süreli olabilir ne de bölünme gündeme gelir. Ülkede günümüzde bu tür sorunlar yaşanıyorsa nedeni, ne yazık ki bireylerin büyük kısmında kişiliğin gelişmemiş, buna karşı demokrasiye, bağımsızlığa, özgürlüğe yatkın kişilerin toplumda azınlıkta olmasıdır.
Bireyler eksikliklerini göremedikleri, kendilerini geliştirmek için çaba göstermedikleri gibi eleştirenlere de tepki vermektedirler. Ayrıca sıradan olmayanlar ülkede dışlanıyor, tersine ayıklanma, negatif seleksiyon yaşanıyorsa, kalkıp da
“Biz bunlara layık mıyız?” diye sorgulamak pek haklı gelmiyor. Samimi, dürüst ve açık olalım: “Evet, layıkız.” Ne yazık ki kurunun yanında yaş da yanıyor.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sorun ve çözüm 20 Kasım 2024
DEM’e gülücükler 6 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları