Öztin Akgüç

Kabotaj Bayramı

04 Temmuz 2014 Cuma

Kabotaj Bayramı’nın 88’inci yılı sönük kutlandı. Kutlandı tanımı abartılı bir sözcük, bazı çevrelerce anımsanmadı bile ülkemizde kabotaj hakkı... Ülkenin kendi limanları arasında ticari denizcilik, deniz taşımacılığı yapmasının yalnız Türk vatandaşlarına ait olması, 1926 yılında çıkarılan bir yasa ile sağlanmıştı. 1926 yılından itibaren ülkemiz kıyılarının bir noktasından diğer bir noktasına mal ve yolcu taşımak tekeli Türkiye bandıralı Türk bayrağını taşıyan gemilere aittir. Yasa ile yalnız kabotaj hakkı değil, nehirlerimizde gemi çalıştırma, dalgıçlık, kılavuzluk, liman işçiliği yapma balık avlama gibi haklar da yalnız Türk vatandaşlarına verilmiştir. Kabotaj hakkının Türk vatandaşlarına verilmesi, yalnız kapitülasyonlara son verilmesi açısından değil, denizciliğimizin gelişmesi, teşviki açısından da son derece önem taşımaktadır.
Denizyolu taşımacılığı, halen en ekonomik taşımacılık şeklidir. Dünya ticaretinin çok büyük bölümü deniz ve iç sular taşımacılığı yoluyla yapılmaktadır. Türkiye’nin üç yanı denizle çevrili olması yalnız taşımacılık, açısından değil balıkçılık, gemi inşa sanayii ve turizm açısından da büyük bir üstünlüktür. Tüm doğal olanaklar gibi bu coğrafi üstünlüğümüzden de yararlanamıyoruz. Kabotaj Bayramı’nı bile unuttuk. Her alanda olduğu gibi ilerleme bir yana, kıyılarımızda, limanlarımız arasında deniz taşımacılığında da geriledik.
Yarım yüzyıl önce dahi Karadeniz’de İstanbul-Hopa arası gemiyle ring seferi yapabiliyorduk. Bu olanaktan yararlanarak gördüğüm Karadeniz illerimizden Sinop ve Giresun’a bir kez daha gitmek nasip olmadı. Bugün bırakın Karadeniz’de ring seferi yapmayı, İstanbul-İzmir arasında bile düzenli deniz taşımacılığı yapamıyoruz. Halbuki deniz taşımacılığı, turizme ve Karadeniz illerimizin gelişmesine büyük katkı sağlayabilir. İleri demokrasi(!) döneminde beceriksizliğin yanı sıra tahrip gücünün yüksekliği etkisini denizcilik alanında da göstermiştir, gösteriyor.
Biz denizlerimizden dahi yararlanamazken geçenlerde yaptığım Ren Nehri yolculuğu sırasında ülkelerin nehirlerinden taşımacılık ve turizm açısından nasıl yararlandıklarını gözlemleme olanağını buldum. Taşıma kolaylığı, üstünlüğü, sanayinin gelişmesinde de teşvik edici bir etken oluyor.
Dış Ticaretin Finansmanı kitabını yazarken iç sularda taşımacılığın önemini kavrayamamış; konuya ilişkin belgeleri, kuralları, uygulamaları bir ayrıntı olarak kitaba bir bölüm olarak eklemiştim. Ren Nehri ve kolları üzerinde trafik yoğunluğunu görünce ancak iç sularda taşımacılığa ilişkin düzenlemelerin önemini kavrayabildim.
Ren Nehri, Alp Dağları’ndan doğmakta Kuzey Denizi’ne dökülmektedir. Arada bu denli mesafe varken nehir üzerinde düzenli bir trafik nasıl sağlanıyor? Teknik bilgim yeterli değil. Nehir üzerinde bir tür basamak, merdiven düzeni oluşturuluyor. Gemiler, yükselti farkının fazla olduğu yerlerde havuzlara alınıyor, havuzun kapakları kapatılarak nehrin akışı durduruluyor, gemi bir şekilde sarsıntısız olarak merdivenden basamak indiriliyor veya bir üst basamağa yükseltiliyor. Görmeden trafik yoğunluğunu kavramak, anlatmak pek kolay değil. Almanya’nın Mannheim, Köln, Düsseldorf gibi önemli kentlerinin, Strazburg gibi bir merkezin Ren Nehri kıyılarında kurulmuş olması raslantı değil, yaratılan değerin kanıtı.
Taşımacılık dışında Ren Nehri’nin turizme büyük katkısı var. Nehrin üzerinde yalnız Rudeshein kasabasının yılda 2.5 milyon turist çektiği söylenince önce pek inanamadım. Kasabaya inince rakamın abartılı olmadığını anlayabildim.
Nehir insan çabasıyla, emeğiyle ulaşıma uygun hale getirilmiş. Yalnız havuzlar, kapaklar değil, yer yer nehir genişletilmiş, yer yer derinlik sağlanmış. İnsan çabasının, yaratıcılığının bir ürünü. Bir yanda yoktan var edilirken, biz varı yok etmeye çalışıyoruz.
Değeri emek yaratıyor. Biz değer yaratma bir yana, sağlanmış hakları olanakları kaybediyoruz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sorun ve çözüm 20 Kasım 2024
DEM’e gülücükler 6 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları