Özdemir İnce

Yalan bozmak

28 Temmuz 2020 Salı

Adını anımsamadığım bir filmden söz edeceğim: Filmde ABD ile Arnavutluk hayali bir savaş halinde. Bir televizyon kanalından canlı yayın yapılmakta. Aslında ve gerçekte böyle bir savaş yok. Savaş düzmece, savaş sahneleri dekor ortamında mizansenli ve bir senaryoya göre çekiliyor. Yapımcı bir reklam şirketi. Bu kurgusal savaş galiba mevcut başkanı tekrar seçtirmek için tezgâhlanmış.

Senaryo belki tam böyle olmayabilir, bunun hiç önemi yok, çünkü anafikri değiştirmez. Olmayan bir savaş, medya marifetiyle yaratılıyor. Amaç seyirci-seçmen-vatandaşın beynini yıkamak ve oyunu bir hedefe yönlendirmek.

***

Yalanın, aldatmacanın (mystification) oyuncuları kim ve ne? Bu soruyu yanıtlamadan önce “mystification”un anlamını açalım: Bir olgunun, bir tarihsel olayın gerçekliğini, belli bir amaç doğrultusunda bozmak, çarpıtmak. Aldatıcı, işe gözbağcılığı da katabilir. Radyo, televizyon, sinema gibi kitle iletişim araçları ortaya çıkmadan sadece zorbalık vardı ama zorbalık yalan ve aldatmaca kadar etkili değildi.

Edebiyatta ve gazete yazarlığında benim en önemli görev ve işim yalan bozma ve göz açma’dır, yani “mystification”a karşı “démystification”.

***

TRT 1975 yılında, Demokratik Almanya’nın başkenti Doğu Berlin’de yapılacak bir televizyon belgeselleri festivali için davet almış; yönetim kurulu, Televizyon Daire Başkanı Zeki Sözer, Program ve Yayın Planlama Müdürü Özdemir İnce ve Müzik Eğlence Şubesi Müdürü Yıleri Atamer’in gitmesine karar vermiş. Ancak gözaltına alındığım için (1971) yurtdışına çıkmam yasak. Hükümetin özel kararıyla çıkmama izin verildi ve Doğu Berlin’e gittik.

Gösterimlerde çok iyi yapımlar var: Jiri Trinka’nın “animastion”larını ve Berthold Brecht ile Anna Seghers üzerine iki belgeseli peyledim ama Alman genel müdür birkaç bölümlük bir belgeselle ilgilenmemi istiyordu. Film Japon işçilerin gündelik hayatı üzerineydi. Çok sağlam bir belgeseldi. İşçiler sabahları metroda balık istifi giderken alt yazıda kapitalizmin işçileri bit gibi ezdiği yazıyordu. Bunu hatırlattım ve adama “Bu belgeseli alırsak, alt yazıda Japon işçilerinin ne denli vatansever olduğu yazılır” dedim.

Biz daha Doğu Berlin’deyken Milliyetçi Cephe Hükümeti TRT Genel Müdürlüğü’ne Şaban Karataş’ı atamış ve adamın ilk işi Zeki Sözer ile beni görevden almak olmuştu.

***

Başta belgeseller ve haberler olmak üzere televizyonun ne denli tehlikeli bir araç olduğunu taa 1971’de Yıldırım Bölge’de Emil Galip Sandalcı’yla birlikte gözaltındayken anlamıştım: Devrimci spiker arkadaşlar faşist darbeyi öven haberler okuyor, sunucular MC hükümeti yandaşı kimselerle söyleşi yapıyorlardı. Televizyon ile her şeyi yapmak mümkündü. Kitaplarımda bu tehlikeyi anlatan yazılar bulabilirsiniz. Televizyon her an gericiliğin kalesi olabilir. Haberlerin içeriğinin değişmesi için 60 dakika yeterlidir.

***

Siyasetini yalan üzerine kuracak olan AKP, bu gerçeği belki kurulmadan önce keşfetmişti. Yalan ve uyduruk imgelerle Cumhuriyeti sakatlayacak ve gene aynı malzeme ile siyaset yapacaktı. Gerçek önemli değildi, iletişim araçları marifetiyle paralel ve kurgusal bir gerçeklik yaratacaktı. Ekonomi batarken, enflasyon tırmanıp TL’nin değeri yerlerde sürünürken bunun tam tersi yazılıp söylenecekti.

Yazılıp söylenecekti ama yanlarında Beyaz Saray’dakiler, Pentagon’dakiler düzeyinde danışmanlar yoktu. Bir süre Kullanışlı Solcularla idare ettiler. Fethullah Cemaatine muhtaç oldular. Gazetelerin, televizyonların üzerine saldırdılar; televizyon ve gazetelerin yüzde 99’una sahip oldular. Ama adam gibi gazeteci ve yazarları, televizyon programcıları yoktu. Bunun üzerine Ak trolleri yarattılar ve sonuçta rezil oldular. Etkili yalan için zekâ, yetenek ve kültür gerekiyordu. Bu işler “boş” beyinle yürümez!

***

Öyle bir gün gelir ki yalan, dolan, imaj mimaj, efsun mefsun aç karınları doyurmaz olur; düşünmeyen beyinlerin yerine boş mideler düşünmeye başlar. Midesi boş insanların zihinlerine artık egemen olamazsınız. Senin RTÜK’ün, Tele1 ve Halk TV’ye beş gün karartma cezası verebilir;  Basın İlan Kurumu (BİK) Cumhuriyet gazetesine ilan vermez… Ama nafiledir: Hasta dilediğini yiyebilir!

***

ÖZÜR: Pazar günü yayımlanan “Hannah Arent’ten Bir Alıntı” adlı yazımda yer alan alıntının çevirmenleri İmge Oranlı ve Berfu Şeker’dir. Kendilerinden çok özür dilerim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları