Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Orkestra ve hükümet
Toroslar’da, kiraz ağaçları arasında bir yayla kulübesinde doğmuş, tek odalı evlerde büyümüş, 11-12 yaşında çalışmaya başlamış, beş numara gaz lambasının ışığında dünyayı okumuş, masasız, sandalyesiz, radyosuz bir genç adam: Bu “ben” olan yaratık size bugün orkestra, senfoni ve konçerto üzerine lafazanlık edecek. Köksüzleşme değil mi bu!
***
1969-1970 kuruluş döneminde yöneticileri arasında planlamacı olarak bulunduğum halkçı TRT televizyonuna benzeyen TRT2’de bir pazar konserini dinlerken bu yazıyı yazmak aklıma geldi. Program ve Yayın Planlama Müdürü olduğum dönemde “kıymetli” zamanlara klasik müzik yayını koyduğum olurdu. Orkestra şefi Hikmet Şimşek’e dikkat ederdim. Size tuhaf gelecek ama Yılmaz Pütün (Güney) ve Nihat Ziyalan da benim gibi çoksesli müzik severlerdi. 17-18 yaşlarında proletarya çocukları.
***
Ortaöğrenime 1948 yılında Mersin’de başladım. Sabahleyin kale kapısına benzer kapısı öğrencilere açıldığı anda hoparlörden klasik müzik sesi duyuluyordu. Bu işi akordeon çalan Ergun Evren adlı arkadaş yapardı. Müzik öğretmenimizin adı Hikmet Hazar idi. Okulda müzik odası vardı, ders sınıflarda yapılmazdı. Müzik tarihi, solfej, marşlar, opera aryası adaptasyonları öğrenirdik. Hikmet Hazar bazen bütün ders boyu keman çalardı.
***
Ankara’da 1950’lerde Dil-TarihCoğrafya Fakültesi’nin giriş katındaki salonda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın cumartesi ya da pazar günleri konserlerine giderdik. Suna Kan, İdil Biret, Ayla Erduran gibi genç virtüözler konserler verirlerdi. Gazi’de okurken toplu halde opera ve bale gösterilerine giderdik. Devlet Tiyatroları’ndaki oyunların sadık izleyicileriydik. Bu da yetmez, İlhan Berk’in öncülüğünde Faruk Güvenç’in ABD Kültür Merkezi’nde düzenlediği (izahlı) modern, atonal, elektronik müzik dinletilerine bile giderdik.
Hayatımın en büyük iki heyecanını gençliğimde, o sırada Faruk Güvenç’le evli olan Suna Kan’la bir karayolu lokantasında ve geçen yıl İdil Biret’le tanışırken duydum. Neden?
***
Gelelim şu orkestra denen örgütlü topluluğa: Klasik Batı Müziği orkestrasında üç tür çalgı bulunur: Yaylı çalgılar, üflemeli çalgılar, vurmalı çalgılar.
Yaylı çalgılar: Orkestrada kullanılan enstrümanların çoğunluğunu (genelde üçte iki) oluşturur. Genelde orkestradaki enstrüman sayısının en az üçte ikisi, Keman, viyola, çello, kontrbas ve arptan oluşur. 24 keman, 12 viyola, 12 çello, 4 kontrbas ve 1 arp.
Üflemeli Çalgılar: Tahta üflemeliler ve bakır üflemeliler olarak ikiye ayrılır. Tahta üflemeliler ailesinde flüt, obua, pikolo, klarnet ve fagot kullanılırken bakır üflemeliler ailesinde trompet, trombon, tuba, korno ve kornet bulunur. Standart bir senfoni orkestrasında, eserin türüne göre 20-25 üflemeli çalgı vardır.
Vurmalı Çalgılar: Timpani, davul, timbal, zil, üçgen, tamtam, tef, çan, ksilofon, vibrafon ve bazen de piyano.
Orkestra: Elli ya da daha az müzisyenden oluşan görece küçük orkestralar oda orkestrası olarak adlandırılabilir. Tam kadro bir orkestra ise yaklaşık 100 kişiden oluşur ve senfoni orkestrası ya da filarmoni orkestrası olarak anılabilir.
***
Eveet, ama besteci ve beste yoksa orkestra şefi, çalgılar, çalgıcılar ne işe yarar? Besteci müzik duygu ve düşüncesini notalara dökecek, bir dil ve anlam dünyası kuracak. Bu yoksa müzik aletleri tozlanır, orkestra elemanları hamlar, şef ise hiçbir işe yaramaz. Şef, ancak orkestrayı yönetirken şeftir. Ben olmasam müzik olmaz diye düşündüğü an gerçek ve doğruların dışına düşer. Müzik (özgürlük, eşitlik, adalet, uyum, birlik, çokluk) için o da orkestra gibi hem fail (icracı) hem araçtır.
***
AKP orkestrasının üyeleri siyaset konservatuvarına gitmedikleri için nota bilmiyorlar; şef ise bestecinin (TBMM) partisyonunu (anayasayı) kaldırıp atmış, rasgele el kol sallayıp duruyor.
Yönettiği devlet aleyhine ekonomik ve siyasal sözleşmeler yapan AKP’nin cazırdayıp duran orkestradan hiç farkı yok. Yok ama şef çubuğunu elinde tutan zat kendisini Herbert von Karajan’dan daha iyi şef olduğunu düşünüyor.
***
Canlı konserlerde bulunduğum yerden göremem ama İntermezzo ve TRT2 gibi kanallarda izlediğim konserlerde gözüm hep en arkada timbal, zil, üçgen gibi vurmalıları çalanlar üzerindedir: Koskoca senfoni ve konçertoların icrasında birkaç kez aletlerini kullanırlar; kameranın “zoom”u ve çın sesi birkaç saniye sürer.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- Yıkılması gerekiyor!
- Ünlü markanın adı bir kez daha listede!
- CHP'den duruşma sonrası ilk açıklama