Özdemir İnce

ÖCCÜÜÜÜÜÜÜÜ!!!!!!!!!!!!

12 Mart 2021 Cuma

Benim dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarım şimdilik 35 kitap oldu. Her kitabı ortalama 250-300 sayfa saysanız binlerce sayfa eder. Bu binlerce sayfa içinde Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in Bir Zamanlar İstanbul (Tercüman 1000 Temel Eser) adlı kitabı başvuru kaynaklarımın başında gelir. Bugün, bu değerli tanık kitabın Osmanlı’nın son döneminde “Zengin ve Fakir Çocuklar” (s.18-19)  adlı yazısından alıntı yapacağım.

***

Zenginler, çocuklarının okuması için hususi öğretmenler tutarlardı. Bunlara Arapça, Farsça, yazı ve şiir öğretirlerdi. Bununla beraber, zengin çocukları içinde böyle hususi öğretmenlerden yetişenler parmakla gösterilecek kadar azdı. Çünkü bu çocukların çoğu zenginlikleri ile şımarmışlardı. Nasıl olsa zengindiler, babalarının itibarı ile istedikleri memuriyeti de alabileceklerine inanırlar, okuma devresinde zevk ve eğlenceden vazgeçmezlerdi, öğretmenleri de onları sıkmazdı, çünkü çocuğu daraltacak olursa kazançları ellerinden gideceği için şımarık çocukların suyuna gitmeyi uygun bulurlardı.

(...)

Zenginlerin devlet hizmetinde bulunmuş bilginler sınıfından olan çocukları ise hoppalıklarla ün yaparlardı. Çoğu tembel, beceriksiz idiler. Çünkü ilk terbiyelerini haremde kakavan Çerkez dadı ve çetrefil Arap kadınlarından, selamlıkta uzun yıllar sofra hizmetinde saç sakal ağartmış, emektarlıklarından dolayı konağın kapıcılığına verilmiş, köpekleri kovalamaktan aciz adamlardan alırlardı. Çocuklar (Keloğlanın Karakoncolosu, Dev karısının Gulyabanisi) masallarını dinlerler, bunları dinleye dinleye de umacıdan korkar, kirpi gibi büzülür, yabancı insanlardan kaçar, huysuz birer yaratık olurlardı.

Bu çocuklar nazar değer diye selamlıkta misafirlere gösterilmez, terbiyeleri bozulmasın diye de konak halkı ile karşılaştırılmazdı. Her vakit gördüğü, bildiği dadısı ve lalası idi. Şayet konakta bir misafire rastlarsa utanır, sıkılır, kaçar, “yuh” diye lalasını korkutur, süpürge sopasına çuha kenarını bağlayıp üstüne at gibi biner, bahçede koşar, geçerken ayvazın ayağını çeker, yemek tablasını devirir, daha böyle nice yaramazlıklar yapa yapa büyür, sakallanır, cinler, periler korkusundan odasında yatamazdı, çünkü çocuk kalmıştı.”

***

Korku nedir, sorusunun yanıtı binlerce sayfayı bulur. Ama ben daha kolay ve basit bir yöntemle “vikipedi”den alıntı yapacağım: “Korku, bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir his. Korku belirli bir ağrı veya tehdit olarak algılanan bir olay sonucunda, uyarıcı bir tepki olarak ortaya çıkan yaşamsal bir mekanizmadır (...) Herkes bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde çeşitli korkulara kapılabilir. Tehlike ile karşılaşan bir kişi korkar ve bu korku sonucunda kaçmak için bir tepki oluşturur (...) ancak aşırı durumlarda (nefret ve terör gibi) korkan bir kişi donup kalabilir veya felç tepkisi vermesi de mümkün olabilir.

***

Bu alıntıları, sözü, AKP ve genel başkanı R.T. Erdoğan’ın 2002’den bu yana uygulayıp yararlandıkları “öcüüüüü” siyasetine getirmek için yaptım.

Çocukluğum İkinci Dünya Savaşı önlemleri içinde geçti: Mersin’de pencere camları siyah ya da maviye boyanmıştı, geceleri dışarı ışık sızmazdı. İleri adlı ilkokulun bulunduğu küçük alanın ortasında bir siren vardı, “Canavar Düdüğü” derdik. Çaldığı zaman, evde bile kaçacak delik arardım, altıma işememek için kendimi zor tutardım. 10-11 yaşıma kadar uçak sesinden ve itfaiye araçlarından ödüm kopardı. Bir gün uçak sesinden korkuya karşı direndim, korkuyu yendim. Sonra itfaiye garajının önüne gittim ve kırmızı araçlara uzun uzun baktım. Korkudan kurtuldukça kendimden utanmam da yavaş yavaş yok oldu.

***

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları özgürleşmek ve oylarını özgürce kullanmak için AKP ve onun genel başkanının yarattığı korku canavarından yılmamak ve onu yenmek zorundadır! Cehaleti, dini ve milli duyguları iktidara gelmek ve orada kalmak için tepe tepe kullandılar. Hayali iç düşmandan söz ederken (kendi adresi yerine) CeHaPe’yi işaret etmek Cumhuriyete kara çalmaktan başka bir şey değildir. Adı verilmeyen hayali “dış düşman” düşman değildir. İnsan haysiyetine sahip yetişkin insan “öcüüüüüüüüüüüüüü”lerden korkmaz!!!!!!

1950 yazarlar ve şairler kuşağının başucu kitabı Malte Laurids Brigge’nin Notlarında R.M. Rilke “Korkuyorum. Korkusu oldu mu insan buna karşı bir çare düşünmelidir” der. Korkunun ecele faydası yoktur! Korkuyu korkutmak zorundayız!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları