Özdemir İnce

Bedrettin Cömert

23 Ekim 2020 Cuma

Sancar Seçkiner’den bir e-posta aldım: “Sayın İnce, Bedrettin Cömert 27 Eylül’de 80. yaşına girdi. Saygı, sevgi, kolaylık. Sancar” diyor. Haklıdır! Bedrettin Cömert’i bu ülkede unutmaması gerekenlerden biri de benim.

***

Doç. Dr. Bedrettin Cömert 11.07.1978 günü ülkücüler tarafından öldürüldü. 38 yaşındaydı. Yaşatsalardı bu yıl 27 Eylül’de 80 yaşına basacaktı. Vezirköprü’de doğmuştu. Bir memur çocuğu idi. Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Cömert’in ağabeyidir.1960’ta Sivas Lisesi’ni, 1967 yılında Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. 1971 yılında Roma Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde “Son Elli Yılda Türkiye’de Sanat Eleştirisi” başlıklı tezi ile doktorasını tamamladı. 1972 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne atandı ve Sanat Tarihi Bölümü’nde yaptığı “Giotto ve San Francesco Geleneği” başlıklı tez ile ikinci doktorasını aldı.

***

1970’lerde Ankara’da müthiş bir genç kuşak vardı: Şair ve yazar, gazeteci, öğretim üyeleri ve diğerleri. Çoğu yakın arkadaşımdı. Bence, bunların arasında geleceği en parlak olanı Bedrettin Cömert idi. Yaşamış olsaydı bugün, dünyanın en önemli sanat tarihçileri ve eleştirmenleri arasında yer alacaktı.

Yaşasaydı edebiyat ve sanat eleştirimiz bugün çok çağdaş bir düzeyde olurdu. Bütün kitapları Deki Basım Yayım LTD ŞTİ

(www.deki.com.tr) tarafından yayımlandı.

***

10 Temmuz 1978 günü Türk Dil Kurumu Kurultayı’nda yan yana oturuyorduk. Kurultay’dan sonra Kaş’a gidip Benedetto Croce ve Galvano Della Volpe üzerine konuşacaktık. Bir süredir poetika ve edebiyat eleştirisi konularında birlikte çalışıyorduk.

Ertesi gün saat 9 dolaylarında kurultaya öldürüldüğü haberi geldi. Şaşırdım. Neden?

Sabah saat 08.45’te Ankara, Gaziosmanpaşa, Karagöz Sokak’taki evinden çıkan Bedrettin, mavi renkli (ünlü) Vosvos arabasına İtalyan eşi Maria ile birlikte binmiş. İçinde üç kişi bulunan bir Simca araba yollarını kesmiş. İki kişi arabadan inmiş. Çapraz ateş sonucu Bedrettin olay yerinde öldü. Eşi ağır yaralandı. İki erkek çocuğu vardı.

Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Başkanlığı”nı yapıyordu. Kısa bir süre önce, Hacettepe Üniversitesi’nde çıkan olayları araştıran komisyonun başkanlığına getirilmişti.

***

Cinayete Muhsin Yazıcıoğlu’nun adı da karıştı. Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi, cinayetin azmettiricisi olarak Abdullah Çatlı hakkında tutuklama kararı aldı.

Ateş edilen silahların Ankara’da pek çok cinayette kullanıldığı anlaşıldı. Polis üç saldırganı belirledi: Rifat Yıldırım, Üzeyir Bayraklı ve “Ahmet” kod adlı biri. Üçü de başka cinayetlerden aranmaktaydılar ve Almanya’ya kaçmışlardı.

***

İkimiz de edebiyatın sağlam temellere oturması için yerli “Edebiyat Bilimi”nin (poetikanın) oluşması gerektiğine inanıyorduk. Benim gözümde Hüseyin Cöntürk’ten sonra bizim ilk ve tek eleştirmemizdi, ilk sanat ve poetika kuramcımızdı (teorisyenimizdi). Sadece bir kuramcı değil, aynı zamanda yetkin ve başarılı bir uygulamacı ve öğreticiydi. Üniversitede yeri sağlamdı, itibarı vardı. Ancak edebiyat dünyası onun hakkındaki düşüncelerimi kuşkusuz ve ne yazık ki cehalet yüzünden paylaş(a)mıyordu.

Bedrettin Cömert bir başka dünyanın mümkün olduğuna inandığı için öldürüldü.

***

Ardından “BEDRETTİN CÖMERT, TÜKENMEZ GÜZEL İNSANIN BAHARI” adlı bir şiir yazdım:

Çiçeklere sordum Bedrettin’i, / “O bir karanfildir,” dediler, “kırmızı, yanık kokulu, durur çağımızın yakasında.”//

Çağımıza sordum Bedrettin’i, / “Birken iki oldular, otuz, kırk oldular, / yüz oldular, bin oldular, çoğaldılar,” dedi, / “tükenmez güzel insanların baharı.” //

Kurşuna sordum Bedrettin’i, / “Ben bir aracıydım,” dedi, / “bütün aracıları gibi yeryüzünün, kimliksiz, kişiliksiz bir tutsak.” //

Ölüme sordum Bedrettin’i, / “Gitti,” dedi, “ama yine gelecek, / bir gün tekrar geri dönecek,/ ben istemedim, gönderdiler.” //

Bedreddin’e sordum Bedrettin’i,/ “Birlikte geleceğiz,” dedi, “sûr çalmadan,/ etiyle, kemiğiyle, / soluğuyla halkımızın, / nasıl gittiysek öyle geleceğiz,/ eksikli değil ama mutlaka fazla.” //

 “Sormam artık kimseye Bedrettin’i / Bedrettin böyle konuştuktan sonra, / Nasıl gittiyseler öyle gelecekler demektir;/ Beden dağılmıştır belki yok olmuştur suret,/ Ama tükenmez bir cevherdir onların baharı: / Etidir, kemiğidir, soluğudur halkımızın.”

(Ankara, Temmuz-Eylül 1978)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları