Özdemir İnce

Aşk ve siyaset

23 Temmuz 2019 Salı

Alain Badiou’nun Nicolas Truong’la yaptığı söyleşi kitabının “Sonsöz” bölümü son derece ilginç: Aşkın yeniden icat edilmesi ve savunulması gerektiği konusu... Aşkın yeniden icat edilmesinin ticari müstehcenliğe ve günümüzde solun yaşadığı bozguna karşı olası bir direniş noktası olması... Bununla ilgili soruyu Alain Badiou yanıtlıyor:

***

Bence Fransa’nın hem bir devrimler ülkesi, hem de gericiliğin etkisi altındaki bir ülke olduğunu anlamak çok önemli. Yabancı arkadaşlarımla sık sık tartıştığım bir şey bu, çünkü onlar hâlâ ha bire devrimci icatlar ardında koşan, olağanüstü Fransa söylencesine takılmış kalmışlar. Dolayısıyla, adı devrimle birlikte pek de anılamayacak Sarkozy’nin seçilmesine biraz şaşırdılar... Onlara yanıt olarak, Fransa’nın tarihini Aydınlanma Çağı felsefecilerinin, Rousseau’nun, Fransız Devrimi’nin, Haziran 48’in, Paris Komünü’nün, Halk Cephesi’nin, Direniş’in, Kurtuluş’un ve Mayıs 68’in birbiri ardına dizildiği bir tarih olarak gördüklerini söyledim. Asıl sorun başka bir tarihin de olması: 1815 Restorasyonu, Versailles’cılar, 14 Savaşı sırasında Kutsal Birlik, Petain, korkunç sömürge savaşları... ve Sarkozy. Demek istediğim şu ki, Fransa’nın iç içe geçmiş iki tarihi vardır. Aslında büyük devrimci isterilerin zincirinden boşandığı noktada, takıntılı gericilikler karşılık verir onlara. Bu açıdan bakıldığında, aşk da işin içine karışıyor. Zaten tarihsel olaylara her zaman sıkı sıkıya bağlı olmuştur. Âşık, Romantizm XIX. yüzyıldaki devrimlerle bağlantılıdır. Andre Breton aynı zamanda Halk Cephesi’ni, Direniş’i, faşizm karşıtı mücadeleyi temsil eder. Mayıs 68’de yeni cinsellik ve aşk anlayışları konusunda büyük bir patlama yaşanmıştır. Ama bağlam bunaltıcı ve gerici olduğunda, kimlik moda olur. Farklı biçimlere bürünebilse de, her zaman kimlik ileri sürülür. Sarkozy de bundan geri kalmamıştır. Birinci hedef: yabancı kökenli işçiler. Araç: acımasız ve baskıcı yasalar. Daha İçişleri Bakanı’yken bu konu üstünde çalışıyordu. Yürürlükteki söylem Fransız kimliğiyle Batı kimliğini birbirine katıyor. ‘Afrikalılar’ üstünde sömürgeci numaralar yapmaktan çekinmiyor. Gerici önermeye göre, her zaman ‘değerlerimiz’i korumalı, olası tek kimlik olarak dünya çapındaki genel kapitalizmin kalıbına uymalıyız. Gericilikte ana konu, her zaman şu ya da bu biçimde, kimlikle ilgili yontulmamış bir söylem olmuştur. Kaldı ki, kimlik mantığı üstün geldiğinde, aşk tanımı gereği tehdit altında demektir. Farka eğilimi, toplumdışı niteliği, yabanıl, yeri geldiğinde şiddet içeren tarafı tartışmaya açılacaktır. Tam güvenlikli, öteki güvenliği sağlama yöntemlerine bütünüyle uygun bir ‘aşk’ın propagandası yapılacaktır. Dolayısıyla, aşkı aykırılığıyla, yasaya uymazlığıyla savunmak bugün bir görevdir. Aşkta, en azından, farktan kuşkulanmak yerine farka güven duyulur. Gericilikteyse, kimlik adına farktan kuşkulanılır; gericiliğin genel felsefi özdeyişi bunu buyurur. Bunun tersine, kapılarımızı farka ve içerdiklerine açmak istiyorsak, dolayısıyla ortaklaşa yaşamın tüm dünyayı kapsamasını istiyorsak, olası bireysel deneyim noktalarından biri de aşkın savunulmasıdır. Yinelemedeki kimlik tapmanın karşısına farklı, biricik olanın, hiçbir şeyi yinelemeyenin, bellisiz ve yabancı olanın aşkını koymak gerekir.

***

Toplumsal olaylar gelgitlere benzer. Sesin yankısı gibidir. Sonra yankının yankısı olur. Alain Badiou’nun yukarıda yer alan sözlerini alıp Osmanlı Devleti + Türkiye tarihleri toplamının üzerine oturtalım; olayların ve kişilerin adlarını değiştirelim, karşımıza son 200-250 yıllık geçmişimiz çıkar: Devrim elmasının içinde karşıdevrim gericiliğinin kurdu da vardır. Gerici siyaset, devrimci siyaseti besler ve tetikler. Devrim, tarihin akış yönünde olduğu için, akıntıya karşı yönde giden gericiliği mutlaka yener.
Ülkemizde de ilerleme yönünde devinen devrimci Cumhuriyet, gerici AKP’yi (siyasal İslamcılığı) mutlaka yenecektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları