Özdemir İnce

Anlayana saygıyla

22 Haziran 2021 Salı

Cumhuriyetin aydın, yazar ve sanatçısı Müjdat Gezen’in Normal Olacak Kadar Anormal Değilim (*) adlı kitabından “Saygıyla” (**) başlıklı bölümü okumanıza sunuyorum:

***

“Washington’dayız. Çok lüks bir otelde kalıyoruz. Hanım oda servisinden iki sandviç istedi. Az sonra siparişimiz geldi. Baktık, çok iri porsiyonlar. Doğrusu ikimiz bir tanesini anca yedik. Diğerinden biraz aldık ama yiyemeyince odadaki buzdolabına koyduk. Eşim, ‘Bunu da akşama yeriz, başka bir şeye gerek yok’ dedi. Biz de öyle yaptık.

Evinde anlatmıştı yıllar önce bu olayı bize. Yılmaz Özdil’le birlikte ziyaretine gitmiştik Ankara’da.

‘Kırmızı ışıkta neden duruyor yahu?’

‘Marketten kendi alışveriş yapıyor, olur mu hiç?’

Gibi akıldışı eleştirilerle karşılaşan bu kişi, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Onuncu Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’di. Eşi Semra Hanım öğretmendi. Kendisi hukukçuydu. Eh, böyle bir aileden de başka türlüsü beklenemezdi.

Bunları yazmak için önce kendisinden izin istemeyi düşündüm. Ama hayır diyeceğini bildiğim için bana kızsa da yazdım işte. Bizim böyle cumhurbaşkanlarımız da vardı.”

***

Müjdat Gezen ad vermeseydi de “Kim olabilir bu devlet adamı” diye sorsaydı. Ben, “Bilge Ahmet Necdet Sezer” diye yanıtlardım. Hiç kuşkunuz olmasın. Devlet adamının kalitesi ve devletin itibarı buzdolabına kaldırılan o yarım sandviçte saklıdır.

Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az!

***

Yazının giriş bölümünü okudunuz. Klasik öykülemenin yapısında girişten sonra, gelişme, düğüm ve sonuç bölümleri gelir. Soluklanıp düşünmek için televizyonu açtım. Bir kanalda, Kemal Sunal filmi vardı. Birkaç kasaba ekâbiri oturmuş belediye başkanının “Doğrucu Davutluğu”nu çekiştiriyorlardı. Başkanın muhalif partiye de eşit mesafede durduğundan şikâyetçi idiler. Üstelik ailesi de malı götürüyormuş...

Sonuna doğru girdiğimden, Koltuk Belası adlı filmin öyküsünü Google’dan okudum: Zühtü (Kemal Sunal), ailesi ile birlikte sıradan bir hayat süren bir devlet memurudur. Yaşadığı yerde yapılacak belediye seçiminde bir parti, güdülecek biri olduğu için bu saf Zühtü’den aday olmasını ister. Ailesinin de fikrini alan Zühtü, seçimlere katılmaya karar verir. Seçimi kazanır ve işlerinde adil ve tarafsız olmaya çalışır ama partiyi gücendirir. 

***

Şikâyetçi eşraf, Zühtü’yü aday yapan bakanı kasabaya davet eder. Bakan, Zühtü’yü eleştirir, “Sana doğru ol dedikse bu kadar doğru ol demedik” der ve ekler: “Bal tutan parmağını yalar ama bu kadar da olmaz, hele sen çarşıyı ve pazarı şöyle bir dolaş, bakalım ne göreceksin.”

Zühtü, bakanın dediğini yapar ve oğlu ile damadının malı götürdüğünü anlar. Dükkânlar, şirketler, ortaklıklar, sitelerde evler, otellerde süitler... Karısını yanına alır, oğlu ile damadının hayatını görmeye çıkar. Bu zenginlik değirmeninin suyunun nereden geldiğini sorar. “Senin sayende!” cevabını alır; bunu üzerine istifaya karar verir. Ama o bakan bir kez daha ortaya çıkar ve ailesinin yaptığı yolsuzluklar dolayısıyla yaka ve paçayı kurtaramayacağını söyler. Tek kurtuluş yola devam etmektir...

Öykünün düğümü biraz safçadır ama olsun! Zühtü her yere kendi heykelini yaptırır. Artık dediği dedik çaldığı düdük bir küçük diktatördür. 

***

Sonuç: Zühtü’nün işleri, ailenin yolsuzlukları öylesine ayyuka çıkmıştır ki artık istifa da işe yaramaz duruma gelmiştir. En iyisi deli olduğuna dair bir tıbbi raporla onu hacir altına almaktır. Bakanın görevlendirdiği bir avukat hacir altına alınması için bir aile dilekçesi hazırlar; dilekçeyi ilkin karısı imzalar, ardından oğlu ile kızı ve onları takiben gelin ve damat... Kıssadan hisse: Bir koltuk sahibi için en büyük tehlike, ailesidir.

Filmin bu noktasında Kemal Sunal’ın bakana, eşrafa, dalkavuklara ve ailesine bir tuzak kurup herkesi madara edeceğini bekledim. Kemal Sunal filmlerine layık bir son. Ama olmadı. Tuzağı anlayan Kemal Sunal (Zühtü) makam koltuğunu kaptığı gibi alandaki heykelinin önüne götürdü. Hazır benzin bidonunu alıp içindekini koltuğun üzerine döktü. Bu arada millet peşinden gelmiştir. “Yapma, etme!” diye yalvarırlar. O çakmağı çakmaya başlar ama benzin ateş almaz. Çünkü şoförü bidona benzin yerine su doldurmuştur. Ben hâlâ oyunun tersine dönmesini beklerken ekranda “Son” yazar. 

***

Kartal Tibet’in yönettiği film, 1990 yapımıdır. Sedat Peker o yıllarda bir yerel kabadayıdır, henüz “reis” olmamıştır. Filmde eksik olan da budur!


(*) Kırmızı Kedi Yayınları, 2021 

(**) s.11



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları