Orhan Erinç
Orhan Erinç oerinc@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Can Dündar’ın Mustafası...

28 Kasım 2015 Cumartesi

Çocukluğumda aile büyüklerimden duymuştum. Kimilerinin ipe sapa gelmez sözlerini “Enini bata, taninü sübah” diye nitelerlerdi.
Tamlamaların Türkçe karşılıkları “Kapı inlemesi, sinek tınlaması” idi. Ama anlamı burucuydu. “Kapı gıcırtısı, sinek vızıltısı.”
İnternette dolaşıp, gazetelere göz atınca aklıma geldi.
Ama çok şaşırdığım kişiler de oldu. Kafayı yeniden Can’ın “Mustafa” belgeseline takmışlar, tutuklanmasının ardından sıcağı sıcağına Can’a çamur atma yarışına girmişlerdi.

*** 

Nicedir Can’ın, “Mustafa” için Turgut Özakman’la (1 Eylül 1930  28 Eylül 2013) yaptığı söyleşiyi yayımlamayı düşünüyordum.
Kendisini sevgiyle andığım Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma” saptaması, gerçekliğini ne yazık ki koruyor.
Can, “Turgut Özakman’la dört saat süren bir sohbet” yapmış,
o dönemde çalıştığı Milliyet gazetesinde 11 Kasım 2008’deki köşesinde yayımlamıştı.
Söz Can Dündar’da. İşte Özakman hayattayken yayımlanan o söyleşi:
Turgut Özakman hocamla kitaplar, anılar ve yorumlar arasında unutulmaz bir 4 saat geçirdik. Evinden ayrılırken nihayet ‘Mustafa’ya ilişkin derli toplu, akademik bir değerlendirme dinlemiş olmanın keyfini yaşıyordum...
Geçen gün Turgut Özakman’ı televizyonda bizim Mustafa filminden sahneler üzerinde yorum yaparken görünce çok üzülmüştüm.
Çünkü filmi izlemediğini biliyordum.
Ankara galasına bizzat davet ettiğim halde gelememişti. Sonradan karşılaştığımda da “Gelemedim, ama en kısa zamanda izleyip seni arayacağım, fikrimi söyleyeceğim” demişti.
Araya zaman girdi. Filmle ilgili asılsız eleştiriler aldı yürüdü. Filmde olmayan sahneler bile bu internet-medya kampanyasında suçlama için kullanıldı.
Sonunda Mehmet Ali Birand 32. Gün’de, “Mustafa” tartışması için Turgut Özakman’la beni davet edince, dün kapısını çaldım, “Hocam gelin şu filmi birlikte izleyelim” dedim.
“Memnuniyetle” kabul etti ve beni evine buyur etti.
Kitaplar, anılar, yorumlar arasında unutulmaz 4 saat geçirdik birlikte...

‘Şaşırmıştı, kuşkuluydu’
Özakman, annemin Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nden çalışma arkadaşıdır.
Bir kez daha yazmıştım, annem sigara içmeye onun yanında alışmış; yıllarca da tiryaki olarak kalmıştı. O yüzden “Şu Çılgın Türkler”den önce de bizim evde hep “kulakları çınlatılan”, saydığımız bir aile büyüğü gibidir.
Ankara Oran sitesindeki evinde bu sıcaklıkla karşıladı beni...
Eleştirilerin hepsini okumuştu. Hatta biraz da şaşırmıştı.
Kuşkuluydu.
“Seyredeceğim. Beğenirsem söylerim, beğenmezsem de söylerim, haberin olsun” dedi.
Zaten aksi düşünülebilir miydi?

‘Hayret, hayret, hayret!’
Birlikte izlemeye koyulduk.
İzledikçe gözlerine inanamadı.
“Böylesine acımasızca yerden yere vurulan, hakkında kampanyalar açılan film bu muydu?”
“Ne vardı ki bunda?”
“Hayret... hayret... hayret...” diye tepkisini gösterdi Turgut Hoca...
Bu kampanyanın nasıl açıldığına inanamadığını söyledi.
Önündeki internet mesajlarında suçlanan sahneler, filmde yoktu bile...
İzlerken sorular sordu, notlar aldı.
Eleştirileri, katılmadığı noktalar yok muydu?
Vardı; hem de pek çoktu.
Ama bunun iyi niyetli ve titiz bir çalışma olduğunu, bir “ilk film” olmasından kaynaklanan kimi beklentileri karşılayamamasının doğal sayılacağını, bazı küçük düzeltmeler yapılsa çok daha amacına uygun bir film haline gelebileceğini söyledi.
Bazı şeylerin söylenmesini “erken” ya da “zamansız” buluyordu. Bazı bilgilerin şu ortamda Atatürk’e zarar vermesinden korkuyordu. Ama film aleyhine karalama kampanyası yürütenlere, “Bu filme gitmeyin” diyenlere kesinlikle hak vermiyordu.

‘Haksızlık ediyorlar’
Bunları, dün akşam üzeri banda kaydedilen, bu akşam yayımlanacak “32. Gün” programında da söyledi:
Bütün eleştirilerini, maddi hata saydığı yerleri, yanlış anlaşılmasından endişelendiği sahneleri, kendi deyimiyle “bir hoca gibi, bir baba gibi”, müşfik bir yaklaşımla birer birer, madde madde sıraladı. Düzeltilmesini istedi.
Cevaplarımı sabırla, anlayışla dinledi.
Ama sonunda “filme haksızlık edildiğini” söyledi; büyük emek ürünü olduğunu teslim etti.
“Dediğim noktaları mutlaka düzelt. Ben de eşimi alıp sinemada da izlemeye gideceğim” diyerek beni uğurladı.
Torunu da filme gitmemiş ama filmde Atatürk’ün sigara tiryakisi gibi gösterildiğini duymuş, üzüntüsünü dedesine söylemişti.
“Seni görse sana da söyleyecekti” dedi Turgut Hoca...
“Ben de onu görsem, dedesinin anneme kötü örnek olduğunu söylerdim” dedim; bir kahkaha attı.
“Film, Atatürk’ü sigara içerken gösteriyor” diye bana dava açanların, evlerde sigara, içki içerek çocuklarına kötü örnek olan ana babalara da dava açması gerekmiyor muydu?
Filmi eleştirmek için program yapanların, makale yazanların, söz söyleyenlerin, “meslek etiği gereği” önce eleştirdikleri filmi görmeleri gerekmiyor muydu?
Özakman’ın evinden ayrılırken hem yarım yüzyılın imbiğinden süzülmüş bir birikimden yararlanmanın gururunu taşıyordum, hem de (nihayet) filme ilişkin derli toplu, akademik bir değerlendirme dinlemiş olmanın keyfini...
Aklımda, giderayak şefkatle kulağıma fısıldadığı şu söz kaldı en çok:
“Sabır... Ya sabır!..”

*** 

Can Dündar ile Erdem Gül’e buradan da sevgiler ve özlemler iletiyorum.
Kimi duvarları süsleyen levhayı da içtenlikle anımsatıyorum. “Bu da geçer yahu.” 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları