Mümtaz Soysal

Kurtla Arslan

23 Aralık 2011 Cuma
\n

\n\n\n

SAYIN Cumhurbaşkanının üniversite rektörlüğü ve yüksek yargı üyeliği gibi makamlara bu çeşit atamalar yapmasına alışılmıştı ama, doğrusu bu kadarı pek beklenmezdi. Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun Yönetim Kurulu ile Yüksek Danışma Kuruluna yapılan atamalar gerçekten şaşırtıcıdır.

\n

Gerçi 12 Eylül darbesinden sonra yaratılan kurumsal makamlara o rejim sahiplerince yapılan atamalar çok mu farklıydı denebilirse de, o dönemde, bırakın atamalar konusunu, kurumların adlarına, görevlerine ve iç yapılarına ilişkin o kadar büyük yanlışlar yapıldı ki, onları saymak bile sayfalara sığmaz.

\n

Bir kere, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi ayrı işlevleri ve alanları olan iki ciddi kuruluşu birleştirmenin ve hele ortak adın önüne Cumhuriyetin kurucusunun adını iliştirmenin amacı neydi? Haydi, devletin kuruluş yıllarında dil ve tarihi yan yana getirip coğrafyayı da bunlara eklemek bir üniversite fakültesinin öğretim çerçevesini çizme ve yetiştireceği kimselerin çalışma alanını belirleme bakımından akla yakın bulunsa da, sonradan kendi başlarına ciddi mesafeler almış iki ciddi kurumu birbirine yapıştırmanın nedeni ne olmuş olabilir? Akademik bir gerekçe mi, yoksa 12 Eylül günlerinin otoriterliğine uygun askerce bir yaklaşımla ve komuta birliğini sağlamak ve birlik alanını çizmek mi?

\n

Daha da düşündürücü olan, bu yapıştırmanın başına konan Atatürk sözünün geleceğidir. Herhalde, kurumların temel felsefesine aykırı olarak Kemalist akılcılığa ve bilimselliğin dışına çıkışları örtmek için kullanılmamalı bu sözcük. Demokrasi ve hukuk gibi levhaların altına demokrasi ve hukuk cinayetlerinin pisliğini süpürme örnekleri o kadar çok ki bu dönemde.

\n

Kabul edelim ki, yakın tarihimizde bir çeşit Atatürk fetişi yaratmak şaibeli ve çıkarcı bazı çevrelerin de işine gelmiştir. Ama o sahteliği yıkmanın gerçekçi ve etkili çaresi de Kemalizmden gelen manevi mirasıkamusal alanın her cephesinde egemen kılmaktır.

\n

Tıpkı, düşünce özgürlüğünde olduğu gibi, Kemalizmi yaşatacak panzehir de kendi içinde saklı. Dolayısıyla, Kuzuyu kurda teslime benzeyen bir durumda ne yapacağız diye soruyorsanız, yanıtı o manevi mirasa her zamankinden daha inançlı olarak sarılmaktır. Unutulmasın ki, içimizde hiç ölmeyen Mustafa Kemal, kuzu falan değil, sürekli insanlaşan bir arslandır, kimse yenemez.

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çelişki Korkusu 19 Mart 2014
Acı 14 Mart 2014

Günün Köşe Yazıları