Hikmet Çetinkaya

İtişme, didişme, ısırma...

17 Ocak 2017 Salı

Ellerin üşüyor biliyordum, kirpiklerin, ayakların... Gözlerin darmadağınık geceden beri. Uykuların bölük pörçük. Umutların darmadağın.
Git kapıyı aç...
Bir delişmen çocuk ağlıyordur tek başına ormanda.
Bir genç kız yağan karın altında yürüyordur...
Bir aşk başlıyordur uzak kentlerin birinde; bilinmez türkülerin eşliğinde.
Bir kış sabahında kendi avuntularının yalnızlığı içindesin. Tutkuların kördüğüm olduğu saatlerde. Acılı ve hüzünlü. Umutlarının var olduğu yerde.
Sessiz ve sakin...
Rüzgâra açık evlerimiz, kıran girmesini önlemek için dünyaya.
Bu yüzden atıyoruz üzerimizden karamsar ağırlığı. Şiirleri bezemeye aday o ince kıyım düşüncelerle...
Ve savaş, ve kıran, ve ölüm yaftalarıyla kuşatılana dek duyumsayamazlar bu duyguları.
Evlerimizin kapıları gıcırdıyor yağmur yağarken...

***

Bir tanyeri...
Çocukların ağlamaları...
Bu denli yalan, dolan, gözdağı...
Meclis’te şiddet olaylarının odağındaki tartışma, anayasa oylamasında aksi düşünülemeyecek “gizlilik” ilkesinin ihlalinin göstere göstere sergilenmesi.
Haydi git, aç kapıyı...
Yaşananları seyret ve umudun adresini sor bir kez daha.
Uzun uzun bak kuşlara, çiçeklere, taşlara, denizlere, ırmaklara, dağlara, yamaçlara, ağaçlara.
Tomurcukları patlamadı henüz erik ağaçlarının, çiçekleri açmadı.
Demokrasi, temel hak, özgürlükler ve yaşama sevinci.
Sen nerede duruyorsun çocuğum!
Gitmek için aşka, avlusu tarçın kokan evlere, o şehirlere; ama nerelere, haydi söyle.
Ah o rüzgâra açık evlerimiz...
Ey yaşam ağacı, sensiz olmuyor biliyor musun!

***

Ellerin üşüyor, kirpiklerin...
Git kapıyı aç...
Belki bir ağaç, bir koru, belki bir bahçe ya da büyülü bir kent var dışarıda.
Dokun parmaklarınla Moroslav Holuba’ya.
Pencereyi aç, gökyüzüne bak!
Kar dindi, yağmur yağıyor gördün mü!
Belki bir yüz; ya da göz; ya da resim; resmini göreceksin.
Akıl almaz davranışlarını, hayata açılan kapılara yaslanarak sürdür, sevdanın ayak izini.
Zamanın nasıl akıp gittiğini...
Yıldızlar derin uykudadır sakın uyandırma.
Kırmızıya çalan toprak, yeşili uyutan dallar.
Sana gülmek yakışır ağlamak değil...
Sis ağır ağır iniyor sulara, dağlara, kentin üzerine.
Yum gözlerini yitir kendini karanlıkta.
Sözü edilmez artık otların arasında su gibi ilerlemenin.
Octavia Paz’ı düşün...
Gözlerini yum sımsıkı.
Usulca ağla...
Kıştır bu mevsim...

***

Az ışıtan güneş, çıplak dalları üşüyen ağaç...
Bak sessizlik bize göre değil gülüm...
Bir sap hercai menekşe...
Alevlerin aydınlığında yitik sevdalarımız.
Televizyonun karşısına geçmiş izliyorsun, açık oy, kapalı oy tartışmalarını.
Kim kimi ısırmış, neden ısırmış?..
İtişme, didişme, tekme, yumruk...
Sahi biz demokrasiyi, özgürlükleri nasıl tanımlıyoruz?
Sözlü kültürden yazılı kültüre bir türlü geçemeyişimiz, kadına şiddet, kadın vekillerin, erkek gücüyle boğazını sıkışımız.
Azgelişmişliğimiz...
Hak, hukuk, anayasa.
Tarihin sayfalarında kendimizi arayışımız.
Çağdaş eğitim sistemi, bilimsellik...
Bir aşk yitip bir aşk büyürken yüreğimizde kaybolan düşlerimizi arayışımız.

***

Git kapıyı aç...
Yüzünde yorgun sürgünlerin izi olan bir kaçaktır gelen; derinden yükselen şafağın özgürlüğüdür.
Acıların sevinçlere dönüştüğü yıldönümüdür.
Haydi durma, kapıyı aç, pencereleri...
Bırak kini, nefreti, şiddeti.
Yüzüne ay ışığı vuracaktır hiç beklemediğin anda!
Gelen belki özgürlüktür yitip giden zamanlarda.
Ne gül yanar gövdende, ne ölü karanfiller...
Sen mevsimleri kucakla, sevdaları topla bir kış sabahında
Ve özgürlükleri...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları