Hıfzı Topuz

Dostum Ali Ulvi Ersoy

29 Mart 2020 Pazar

Bana Ali Ulvi’yi Cumhuriyet’te çizmeye başladığı günlerde Ferruh Doğan tanıttı. Kısa sürede yakın dost olduk. Ulvi bir süre sonra İsmail Cem’in ablası Alev’le evlendi. Maçka’da Bronz sokağının üst başında bir apartmanda oturuyorlardı. Ya onların dairesinde bir araya geliyorduk ya da Beyoğlu’nda karikatürcülerin buluştuğu lokallerde.

Ulvi 1924’te İstanbul’da doğmuştu. Yani benden bir yaş küçüktü. Balıkesir Öğretmen Okulu’nu, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nü bitirmişti. 

İlk karikatürleri 1940’ta Çocuk Sesi’nde yayımlanmış, 1940-49 yıllarında Cemal Nadir’in öğrencisi olarak Arkadaş dergisinde, sonra da Kahkaha, Mizah ve Karikatür dergilerinde çizmişti. 1950’de Cumhuriyet’te çizmeye başladı. Çeşitli dergilerde de karikatürleri çıkıyordu. 

O yıllarda bir konuşmasında şöyle demişti:

“Benim kafamı açan Orhan Veli oldu. Bir yazısında ‘Karikatürcüler mesleklerini bilmiyorlar, karikatürü yazıyla dolduruyorlar. Oysa karikatür çizgiyle anlatılan bir mizah dalıdır’ demişti. Biz de 1950 kuşağı olarak yazısız karikatürler çizmeye başladık.” 

Ulvi daha sonraları da karikatürün sanatsal yanını şöyle anlatıyordu: 

“Karikatür bir sanat yapıtıdır. Mizahın çizgilerdeki kurgusudur. Bu açıdan sanat karikatürü yazıya gerek duymaz. Gazete karikatürü günlük olayların ve siyasal gelişmelerin yorumudur. Bu açıdan da sanat iddiası taşımayan karikatürler gibi gazete karikatürü de yazıyı kullanabilir. Sanatsal niteliği olmayan karikatürlerde o olaylar uçup gittiğinde karikatür de yok olur. Bu anlamıyla gazete karikatürü biraz nankördür.”

Ali Ulvi, Cumhuriyet’te her zaman namuslu, dürüst, geniş kültürlü, kıvrak zekalı, ince esprili ve devrimci bir sanatçı olarak karikatür çizdi. Mesajlarını bir çırpıda kavrıyordunuz. Karikatürleri uzun süre belleğinizden silinmiyordu. Gün oluyor parti kodamanlarının sözlerini değil, Ulvi’nin karikatürlerini anımsıyordunuz. Zaten geniş açıdan baktığımızda gazete karikatürcüsü bir tarih yazarıdır. Siyasal entrikalar, üçkağıtçılıklar, yolsuzluklar, işkence olayları, barışı korumak için gençlerin savaşı gibi olayları hep karikatürcüler tarihe geçirmişlerdir. 19. ve 20. yüzyılda ve bugün bütün dünyada yaşanan olayların en canlı örneklerini karikatürlerde bulursunuz. İşte bu açılardan Ali Ulvi tarihe geçecek örnekler verdi. 

Anılar

Ulvi’nin hiç unutmadığım birkaç olayı var. Birincisi şu: 

Ulvi oldum olası polislerden hoşlanmıyordu. İçinden hep onları sindirmek geçiyordu. Yine bir gün uzun siyah paltosu ve kalantor havasıyla İstiklal Caddesi’nde giderken karşısına çıkan bir polise sert bir sesle “İlikle şu yakanı” diye bağırmıştı. Polis de neye uğradığını anlamayarak hemen yakasını ilikleyip gitmişti.

Ulvi bir gün de yanında iki arkadaşıyla birlikte Beyoğlu Karakolu’na gitmiş ve başkomiserin odasına çıkarak “Ben Ankara’dan geliyorum, Beyoğlu’nda asayiş yerinde mi, bana bilgi verin,” deyince, başkomiser de ona geniş bilgi vermişti. 

Ulvi’nin hiç yanından ayrılmayan ufak tefek bir arkadaşı da bir gün Beyoğlu’nda bir polise “Kapa şu yakanı” diye bağıracak olmuş ve polisten bir dayak yemediği kalmıştı.

Bu da yine Ali Ulvi’den bir anı. Ulvi bir gün Cumhuriyet’te bir macerasını anlatırken şöyle demiş:

“Dün harika bir hanımla beraberdim ama içimden bir şey gelmedi.”

Babamız yaşında olan ünlü arşivci ve sanatçı Elif Naci de hemen atılmış, “Ya Ulvicim, bize ne oldu böyle” deyince odadakiler basmış kahkahayı!

Ben Afrika’da görevdeyken de Ulvi ile sık sık mektuplaşıyorduk. Afrika’dan dönüşlerimden birinde, 4 Eylül 1979’da kendisinden bir mektup aldım. Şöyle diyordu:

“Sen şimdi Paris’e yeniden alışmaya çalışıyorsundur. Ben de 50 küsur yıldır buraya alışmaya çalışıyorum. Burada dostlar arasında o eski canlılık kalmadı gibi. Buluşmalar buluştuğumuz akşamlara inhisar ediyor, sonra da herkes kendi dünyasında. Belki de konuşacak şeylerimiz kalmadı. Eski dostlukları yenileyemiyoruz. Keyifsizim, boş ver.”

Financial Times’tan mektup 

Bu da Ulvi’nin 13 Şubat 1980 tarihli mektubundan:

Burada her şey bildiğinden daha olumsuza doğru gidiyor. Televizyondaki haberler, sabah gazeteleri insanın içini karartıyor. Fiyatlara yetişmem olanak dışı. Elinden balonunu kaçıran çocuklara döndüm.

Bu arada benimle ilgili keyifli iki olay var. Birincisi Financial Times, David Tonge imzasıyla bir mektup aldım. Benim Cumhuriyet’te çıkan karikatürlerimi basmak istiyorlar ve bunlar için ödeme yapmak istediklerini bildiriyorlar. Ne öderler bilemem ama hoşuma gitti. 

Öteki de şu: Bir İtalyan gazeteci dün seçtiği 17 karikatürümün fotolarını çekip gazetesine gönderdi. Pazar günü de bir televizyon için evimde arzı endam edip benimle konuşacak. Ecelim mi geldi, nedir? 

Bu da 22 Ekim 1980 tarihli bir mektuptan: 

“Hıfzıcığım, ben 12 Eylül’den sonra üç haftalık bir suskunluk devresine girdim. Hiçbir şey çizemedim gazeteye. Çizdiğim üç dört karikatür de gazeteye konmadı. Yeni döneme biraz güçlükle intibak ettim. Yani ne kadar edebildimse de can güvenliğimin büyük ölçüde sağlandığını söyleyemem. Türkiye’nin ekonomisi ve siyasal gelişmeleri için hayırlısı diyoruz, o kadar.”

Ulvi 19 Nisan 1981 tarihli bir mektubunda da oğlu Tarık’la ilgili şu olayı yazıyor:

Tarık, bir İngiliz kız arkadaşıyla Paris’ten İstanbul’a geldi. 17 Nisan’da da gittiler. Fakat Tarık, zamanını kız arkadaşıyla paylaştığından bu buluşmanın bir türlü tadını çıkaramadım. Bir daha yalnız gelmesini tebliğ ettim. 

Burada eski dostlar bizi pek aramadığı için simalarını unutur gibi oldum. Nezihe de İsmail Cem’le görüşmediğinizi söyledi, üzüldüm. Ama ne de olsa sen onun ağabeyi sayılırsın ve bu statünün gereğini yaparsın, diye düşünüp kendimizi teselli ettik.”

‘Huzur içinde ve monoton’

Bu da 19 Temmuz 1981 tarihli bir mektuptan:

Haziranın ortalarında Dragos’a gelebildim. Biz geldikten sonra da sürekli bir poyraz havası başladı. Ama aşağı yukarı her gün tertemiz denize girip yazın tadını çıkarıyoruz. 

Senin verdiğin önceki yaza ait bir resim masamda duruyor. Sizler, Ferruhlar, Oğuz Akkanlar ve Şadi Çalıklar... Şimdi aramızda bir Şadi yok. Zaten o resimde de hepimiz objektifin önündeyiz. Yani ben, Alev, Nezihe, bir de Şadi. Sanki geleceğini bilirmiş gibi ta gerilerde hasır şapkasıyla tek başına oturmuş. Neyse... İnşallah bu yaz seni ve Nezihe’yi bekleyeceğiz...

Bugün Cumhuriyet’te senin bir yazın daha çıktı: ‘2000 yılında Dünya’ Keyifle okudum. ‘İnsanlar arası ilişkiler gittikçe daha soğuk ve yapay oluyor,’ tümcesi bile keyfimi kaçırmadı. Demek orası da burası gibi.

Bu yaz Ziyalar (Şav) Dragos’a gelemediler. Evlerini bir ahbabımıza kiraya verdiler. Ferruhları uzun zamandan beri göremiyoruz, Oğuz’u (Akkan) da. Her şeye rağmen senin ve Nezihe’nin doğal ve sıcak ilginizi karı koca aramızda konuşuyoruz. Sağ olasın.”

22 Aralık 1981’de aldığım bir kartta şunlar okunuyor:

“Sevgili Hıfzı, Dakar’dan gönderdiğin karta bayıldım. Bir senin hayatına bakıyorum, bir de bizimkine. Galiba şu dünyada ne sosyal adalet var, ne de ilahi adalet...

Şaka bir yana Afrika’nın bir ucundan bizi hatırlaman çok hoşuma gitti. 

Burada kar yağdı yağacak. Ama günlük programımızı sürdürüyoruz. Yani huzur içinde ve monoton...”

Her zaman parlayacak

20 Temmuz 1983’te aldığım bir mektupta şu satırlar yer alıyor:

“Sevgili Hıfzı, görüşmeyeli çok oldu. Hıfzı nerelerde filan derken Ferruh’tan öğrendim ki sen yine Paris’te, Unesco’dasın. Tam Hıfzı geldi, buraya yerleşti, diye düşünüp sevinirken tekrar gurbete gitmen büyük sürpriz. Anlaşılan yabancılar seni bizden daha iyi değerlendiriyorlar. Neyse... Sağ kaldıkça yine görüşeceğiz demektir.

Bu arada Simavi Vakfı’nın davetlisi ve jüri üyesi olarak İzmir’e gittim. Alev’le bir haftalık tatil yaptık ve zengin yaşamının ne olduğunu ilk defa bu yıl öğrendim. 

Ali Ulvi’yi 1 Şubat 1998’de 74 yaşında son yolculuğuna uğurladık. 48 yıl boyunca Cumhuriyet’te çizen Ulvi için ilk tören Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki bahçesinde yapıldı. Törene Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, Erdal İnönü ve Ulvi’yi bütün sevenler katıldı.

Ali Ulvi’nin ölümüyle Türk karikatürü şairini yitirmiş oldu. Ama Ulvi’nin Türk karikatür tarihindeki yeri her zaman parlayacak. 




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları